30
Products
reviewed
1419
Products
in account

Recent reviews by GƆƆƉƔ

< 1  2  3 >
Showing 1-10 of 30 entries
33 people found this review helpful
1 person found this review funny
220.5 hrs on record

Farkındayım arkadaşlar Bg 2 çıkalı neredeyse 25 sene oldu ve bundan dolayı bu oyun hakkında inceleme yazmak anlamsız, çünkü bir çok insan bu oyunu çoktan oynadı. Oynamamış olanlar ise hali hazırda yazılmış olan bir sürü incelemeden oyun hakkında az çok fikir sahibidir zaten.Bu yüzden bu yazı bir incelemeden daha çok oyunda başıma gelen bir olayı anlatığım bir günce tadında ele alınan bir yazıdır. Hem oyunu oynamış olanlara, hem de oynamamış olanlara bir çok incelemeden daha faydalı olacağını düşündüğüm için paylaşmak istedim.


--- Joril'ın Hançeri, Mademe Nin ve Ben ---


Her zaman rol yapma oyunlarında ana karakterimi, Human- Male, Lawfull good, Fighter sınıfından oluşturmayı seçerim. Two-handed sword her zaman favori silahım olur ve karakterimin özelliklerini bu silahı dikkate alarak geliştiririm. Two-handed sword hayranlığımı şimdilik bir tarafa bırakıyor ve sonra o konuya geri döneceğimi söylemek istiyorum, çünkü bu yazıyı yazma amacım Joril's Dagger +3 adındaki bir sword arkadaşlar.


Oyunun giriş bölümünü bitirdikten sonra, oyun sizi ilk oyundan tanıdığınız eski dostlarınızla birlikte Athkatla şehrine bırakıyor. Bu arada eski dostlar demişken, Minsc , Imeon , Jaheria tekrar yanınızda görmek ve onlarla bir arada olmak inanılmaz mutlu ediyor sizi. Çünkü onlarla birlikte yaşamış olduğunuz anılar gözünüzde canlanıyor ve onları ne kadar çok özlediğinizi fark ediyorsunuz. En önemlisi de gerçek dostlar hiç bir zaman omzunuza yük olmaz, yükünüze omuz verir diyerek, bu yolculukta onlarla birlikte olmaktan güven duyuyorsunuz.


Oyunun ilk bölümüne hiç bilmediğiniz bir şehirde, hiç ummadığınız bir durumda, beş parasız ve aklınızda bin bir soruyla, bitkin ve yorgun bir şekilde başlıyorsunuz. Bundan dolayı acilen para kazanmanız ve kendinizi toparlamanız gerekiyor. Sordum soruşturdum ve Athkatla'nın en fakir semti olan Slums bölgesinde yer alan Copper Coronet tavernasında iş bulabileceğimi öğrendim.


Copper Coronet tavernası demişken sakın ola burasını nezih bir yer zannetmeyin. Burası kaçakçıların, korsanların ve ne olduğu belirsiz işsiz tiplerin ( ki onlardan biri de ben oluyorum) toplandığı varoş bir yer. Hatta tavernanın arka kısmında sadece özel müşterilerin bildiği herkese açık olmayan backroom denilen bir kısım var. Eğer tavernanın o kısmına girmeyi başarırsanız Madame Nin'e benden selam söyleyin. Kendisi güzel hatunların ablası olur. Ablası derken ne demek istediğime anladınız sanırım yani Madame Nin'e ödeyeceğiniz belli bir ücret karşılığı ablalık yaptığı güzel hatunlarla içli dışlı olabilirsiniz.


Neyse bastım gittim oraya...İnsanlarla konuştum... Şehir hakkında bilgi aldım. En önemlisi de günlük işler bulup para kazanmaya başladım. Gündüzleri bulduğum işleri yapmakla geçiyor, akşamları da Copper Coronet tavernasına dönüp geceyi orada geçiriyordum. Yani bir nevi evim olmuştu Copper Coronet tavernası. Joluv ismindeki npc ile ilk orada karşılaşmıştım. Kendisi sürekli orada takılır ve çok nadir bulunan, inanılmaz pahalı ve güçlü silahlar satardı.


Bu silahlar arasında Joril's Dagger+3 ismindeki two- handed sword da vardı. İsminin Dagger yani hançer olduğuna bakmayın kendisi aslında two- handed sword . Hatta kendisinin bir hançerken nasıl two- handed sword'a dönüştüğüyle ilgili bir hikayesi bile var . Yeri gelmişken kısaca size bahsedeyim.


Joril'ın kendisi soğuk bölgelerde yaşayan güçlü bir buz devi. Kendisi klanıyla birlikte sıra-dağlarıyla meşhur Spine of the World denilen bir bölgede ikamet ediyor. Derken bir gün kendisi bir grup maceracı tarafından pusuya düşürülerek öldürülür ve sihirli hançeri de ölümüyle birlikte kayıplara karışır. Yıllar sonra hançer Kuldahar kasabasında ortaya çıkar ve orada yetenekli bir blacksmith tarafından dövülerek Two-handed sword haline getirilir.


Neyse efendim Bir Fighter karakter ve Two- handed sword seven biri olarak Joril's Dagger +3 görünce, bu silah benim olmalı dedim. Tabi ki de bu o an için hayalden öteye gidemiyordu, çünkü 37500 gold'luk fiyatıyla anca ben bu silahı rüyamda görürdüm. Kemal Sunal gibi şimdilik üzerine ekmek banmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu.


Ama kafaya koymuştum, ne yapım ne edip o silahı alacaktım. Oyunun hemen başında 37500 gold'u biriktirmek kolay bir iş değil arkadaşlar. O parayı toplamak için tüm yan görevleri yapmalı ve bu görevler yaparken de ekibinizdeki insanların bedensel ve ruhsal olarak fazla hasar almamasını sağlamalısınız. Eğer çok fazla hasar alarak görevleri tamamlarsanız görev sonrası ekibinizin sağlık barlarını doldurmak ve ruhsal olarak aldıkları status effects'leri ( Level drain, Feeble-minded, Energy Drain gibi ) iyileştirmek için görevden kazandığınız paranın % 80'nı harcamanız gerekiyor. Bir de benim gibi oyunu en zorda oynamayı seçerseniz işiniz daha da zor.


Yemedim içmedim, çalıştım çabaladım, hatta Madame Nin ablamızın himayesindeki güzel hatunlara, bir kedinin ciğere baktığı gibi bakarak ve ya sabır çekerek bu parayı biriktirdim. Sonunda hayalını kurduğum büyük an gelmişti. Hemen Joril's Dagger +3 almak için Copper Coronet tavernasına Joluv'un yanına gittim ama bir baktım adam her zaman durduğu yerde değil. Yok dedim bu gerçek olamaz...Her halde heyecandan ben göremiyorum buralarda bir yerlerde olmalı.


Hemen Copper Coronet tavernasını köşe bucak, didik didik aradım... Harbiden adam yok... İlk önce şaka mı bu ya !!... Falan gibi bir ruh haline girdim.. Ama yok işte... Gitmiş ...Yok olmuş. Neden gitti bu adam? Ne zaman gitti ? Hiç farkında değilim. Günlerce bekledim ama şerefsiz geri gelmedi. Yaşadığım hayal kırıklığını tahmin bile edemezsiniz. Hayal kırıklıklarını hiçbir alçı tutmuyor diye bir söz vardır ama bu sefer alçı değil beton bile döksem yeni tutmaz. Bu saatten sonra önümde yapabileceğim iki seçenek vardı.


Dedim ki kendi kendimi... Ulan madem bu kadar para biriktirdin ve istediğin silahı alamadın, o zaman git Madame Nin ablanın yanına, bu parayla zevki alem yaşa. Anca bu sinir ve stresi bol hatunun olduğu, alkol ve drugs'un su gibi aktığı, sexual fantasy'de hiç bir sınırın olmadığı bir orgy party'de ,yani gang bang' da, yani türkçesini söylemeye dilim varmasa da grup seks partisinde orgazmın dibine vurarak at, rahatla ve yoluna öyle devam et. Ya da eski save'lerine geri dönüp Joluv'un ortadan kaybolmadığı save'den oyunun belli kısmını tekrar oyna ve tekrar aynı parayı biriktir, o silaha sahip ol.


Madame Nin'nın kızları ve orgy party çok cazip gelsede, ben zor olanı seçip eski savelerimden birine dönerek oyunun 10 saatlik bir kısmını tekrar oynadım ve yaptığım bir çok görevi sil baştan yaparak ve gerekli olan parayı tekrar kazanarak sonunda Joril's Dagger +3 Two-handed sword'a sahip oldum. Artık 7/24 onu yanımdan ayırmıyordum. Hani küçük bir çocukken almayı çok istediğiniz bir oyuncağa sahip olduğunuzda, başına bir şey gelmesin diye yatarken onla birlikte uyur, tuvalette sıçarken bile yanınızdan ayıramazsınız ya, yaşadıklarımdan sonra bana da aynı durum oldu desem yeridir.

Bu arada Joluv'un neden ortadan kaybolduğunu anladım. Eğer Copper Coronet tavernasında combat'a girerseniz ya da her hangi bir combat çıkarsa, Jutov tırsıp koşarak Copper Coronet tavernasından kaçıp gidiyor.

Açık ve net söylüyorum Baldur gate 2 oynarken yaşadıklarımı bir kağıda döksem okuyanların hiç sıkılmayacağı bir roman olabilecek nitelikte uzun bir eser olurdu. Ben sadece Two-handed sword takıntım yüzünden oyunda yer alan yüzlece sıradan npc'lerden biri olan Jutov'un bana attığı keleği ve yaşattığı mood swings'leri anlattım. Yani bu rastgele yaşadığım bana özel bir olaydı. Oyunun hikayesi veya yan görevleriyle bir ilgisi yoktu. Gerçekten bu oyun her oynayana, ona özel anlar yaşatmayı başaran çok iyi bir oyun.


Oyunu hikayesi olsun, yan görevleri olsun, oyunda tanışacağınız karakterler olsun,onların hikayeleri olsun, hepsi dört dörtlük olmuş. Eğer hala bu serinin ilk iki oyunu oynamadıysanız bence mutlaka şans vermelisiniz. Şimdiden okuyan herkes teşekkür ediyor, bol oyunlu günler diliyorum.
Posted 12 February.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
76 people found this review helpful
2 people found this review funny
5
325.9 hrs on record
--- Gönül kimi severse odur güzeli. Hiç birisi sevdiğime benzemez ---


Şüphesiz herkesin kalbinde özel bir yere sahip olan bir kitap, bir film veya bir video oyunu vardır. Burada medium'un yani aracın ne olduğu önemli değildir. Önemli olan anlatılan hikaye, karakterler ve bizim onlarla ne kadar özdeştiğimizdir. Zaten hayat denen şey de çoğunlukla yaşadığımız deneyimler, tanıştığımız insanlar ve bunların bize kattığı olumlu ya da olumsuz şeylerden ibaret değil midir.


Tam da bu noktada bir video oyunu hayal gücümüzü harekete geçirerek hem ruhumuzu besleyebiliyor ve etkileyebiliyorsa, hem de farklı pencerelerden farklı hayatlara bizi dahil edebiliyor ve onlarla bağ kurmamızı sağlayabiliyorsa, işte o zaman hem bedeni, hem ruhani alemimizin merkezi, hem de manevi yönü ile hak ve hakikat pusulamız olan kalbimizde haklı yerini bulabiliyor.


Baldur Gate serisinin ilk oyunuyla tanıştığım zaman sanırım daha 16 yaşlarında yeni filizlenen gencecik biriydim. Yani tüm imkanları sınırlı, ağzı açık- dili dışarıya sarkmış, her türlü bilgiye- deneyime, olguya aç, meraklı mı meraklı, eli şeyinde gezen bir ergendim. İşte benim için Baldur Gate aç bir kurdun önüne atılan bir kuzu gibiydi.

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=3039227159

Nasıl oldu da bu oyun elime geçti, nereden buldum da oynadım şu an gerçekten anımsamıyorum. Muhtemelen ismini veya kapağındaki görselleri beğenerek satın aldığım onlarca oyundan biriydi. Oyuna başlar başlamaz bunun daha önce oynadığım hiçbir oyuna benzemediğini hemen fark ettim. Oyun bana olmak istediğim bir karakteri yaratma şansı veriyor ve beni bambaşka bir dünyaya götürüyor ve yaptığım seçimlerin yansımalarını deneyim etme fırsatını veriyordu.


Oyunu oynadıkça resmen büyülendim. Bana katılan yoldaşlarla birlikte gizemli ve karanlık mağaralara daldım, korkunç ve efsanevi yaratıkları kestim, muhteşem hazinelerin, ezoterik artifact'ların peşine düştüm ve sıra dışı ilişkilere girdim. Yaptığım her seçimin öngörülemeyen sonuçları ve aldığım her kararın arkamda bıraktığı bir iz vardı. İstersem bir aziz ya da tam tersi bir pislik olabilirdim. Bir çiftçinin kayıp oğlunu bulmasına yardım edebilir ya da onu soyup öldürebilirdim. Kendimi gerçeği ve adaleti savunmaya adayabilir ya da cebimi doldurmak için insanları kandırabilirdim. Yalnızca iyi ve kötü yollarda değil, aradaki tüm gri alanları da gezebilirdim.


Yıllar geçtikçe büyüdüm ve rol yapma oyunları da benimle birlikte büyüdü ve hayatım boyunca bana her daim eşlik etti. Onlar sayesinde hem hüzünlü, hem gülünç hem de gerçeküstü maceralara tanıklık ettim. Piksellerden oluşsa da bir çok insanla tanıştım ve onların hikayelerine, dertlerine ortak oldum ve onlarla aramızda ömür boyu sürecek bağlar oluşturdum.

Şimdi geriye dönüp baktığımda aynı kaderi paylaştığımız kardeşim diyebileceğim Imoen kim unutabilir ki...

Her daim yanımda olan ve bana ablalık, abilik yapan gerçek dost Jaheira ve eşi Khalid kim unutabilir ki...

Bazen tezcanlılığı yüzünden sert ve agresif tavırları olsa da aslında içinde pamuk gibi kalbi olan Minsc ve sevgili dostu Boo kim unutabilir ki...

En ihtiyacım olan anlarda birden karşıma çıkan ve bana yol gösteren babacan tavırlarıyla Elminster ustayı kim unutabilir ki...


Yukarıda satırlardan anlaşılacağı gibi Baldur Gate benim için çok özel bir oyun arkadaşlar hatta o benim sevdiğim, sevdiceğim, o benim sultanım diyebilirim. Bu yüzden Baldur Gate 3 duyurulduğu zaman tabiri caizse piyangodan para çıkmış gibi sevindim, hopladım zıpladım, önüme geleni kucaklayıp öpücüklere boğdum desem yeridir. Hal böyle olunca da oyun erken erişime açılır açılmaz yaydan çıkmış ok gibi fırlayıp hemen satın aldım. Hatta ülkemizde oyunu ilk alan kişi ben bile olabilirim çünkü oyunun çıkış saati yaklaştığında '' çık be oyun, çık be oyun '' diye diye Steam'ı refresh etmekten telef olmuş olabilirim.


Ama tüm bunlara rağmen biliyordum ki oyun tam sürüme geçene kadar oynamayacağım. Ve yine biliyordum ki bu süre 2-3 sene sürecekti. Ama olsun dedim, bu oyunun varlığı bile yeter. Yeter ki kütüphanemde olsun, yeter ki onla göze göze gelip az da olsun hasret gideriyim. İşin tuhaf tarafı oyun çıktıktan sonra oyunu oynamaya çekindim. Belki de bunun nedeni onu beklemenin heyecanına, onun bir gün gelecek olması umuduna o kadar alıştım ve sevdim ki bu duyguların bana verdiğe bu küçük mutluluğu kaybetmek istemedim. Zaten hayatımızdaki en büyük mutluluklar, bize küçük gibi görünen anların içinde gizli değil midir.


Baldur's Gate 3 de yaklaşık 350 saat vakit geçirmiş durumdayım ama hala yarısına gelmiş bile değilim. Yani anlayacağınız gurbetten vatanına dönmüş bir gurbetçi gibi Faerun'nun her köşesini karış karış geziyorum. Attığım her adımın, aldığım her nefesin keyfini çıkarıyorum. Dağlarına tepelerine çıkıp öylece dakikalarca manzara seyrediyorum. Nehri'nde, çayında duruyor suyunu içip serinliyorum.. Doğasında dolaşıp kuşların rüzgarın sesini dinliyor ve huzur buluyorum.


Şimdiden paylaşmak istediğim pek çok deneyim, anlatmak istediğim sayısız hikaye, hakkında çok şey söylemek istediğim bir çok yeni dost ve beyin hücrelerimin hala sindirmeye çalıştığı unutulmaz anlar var. Hem her şeyi bir anda söyleyip anlatmak istiyorum hem de susmam lazım biliyorum çünkü oyunu oynamayan bir çok arkadaşım var. Onların oyun zevkini kaçırmak istemiyorum.


Ama sanırım şunları gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Oyun da, keşfettiğiniz dünya, tanıştığınız karakterler, turn-base savaş sistemi inanılmaz derinliğe sahip. Özellikle oyundaki her karakter çok iyi detaylandırılmış. Her birinin kim olduğunu şekillendiren bir arka plan hikayesi, hayalleri, arzuları, duyguları var. Oyunda aldığınız her kararın, gösterdiğiniz her tavrın onlar üzerinde bir karşılığı var.


Oyunun turn-base savaş sistemi ise en üst seviye zorlukta bir satranç oyunundan farksız diyebilirim. Doğru zamanda ve yerde en uygun hamleleri yapmak yani düşmana göre pozisyon almak, düşmanın avantajlarını-dezavantajlarını analiz edip ona göre en uygun araçları devreye sokmak, satranç oyunundaki bir vezir gibi düşmanın en önemli elamanlarını en kısa sürede etkisiz hala getirerek avantaj sağlamak gibi bir çok taktiksel ve analitik unsur içeriyor.


Oyunun dünyası ise devasa ve ayrıntılarla dolu tabiri caizse her taşın altından bir giz, bir detay ve anlamlı teferruatlar çıkıyor. Eğer her köşeye bakayım, her yeri didik didik araştırayım, bulduğum kitapları okuyayım, herkesle konuşayım derseniz benim gibi bu oyunda yüzlerce saat vakit geçirebilirsiniz ama buna rağmen bu oyunun sunduğu her şeyi tek bir oyunda bulmak, keşfetmek ve görmek imkansız gibi bir şey....


Uzun lafın kısası Baldur's Gate 3 her anlamda eğlencenin ve bir oyun olmanın ötesine geçen tecrübelerden biri. Bu sadece bir kere bitirip unutacağınız bir oyun değil. Yıllar boyunca tekrar tekrar oynayacağınız ve ömür boyu yanınızda kalacak bir deneyim, tıpkı serinin diğer iki oyunun da olduğu gibi. Yani anlayacağınız arkadaşlar şimdiden kalbinizde ufak bir yer daha açmaya hazır olun derim.


Ama gelin görün ki tüm bu övgülerime rağmen Bg 3 benim için hala ilk iki oyunun çok gerisinde. Neden diye sormayın çünkü bunun nedenini tam olarak bende bilmiyorum.

Belki de bunun cevabı yukarıda yazmış olduğum şu cümlesinin içinde saklıdır. ( Baldur Gate benim için çok özel bir oyun arkadaşlar hatta o benim sevdiğim,sevdiceğim )

Belki de bu cevap bazen kelimelerin yetersiz kaldığı yerde her türlü duygunun tercümanı olan güzel türkülerimizin birin de saklıdır..

Gönül kimi severse odur güzeli. Hiç birisi sevdiğime benzemez.... Diye başlayan...

Bilemiyorum...

En iyisi bu güzel türkümüzü siz dinleyin belki o zaman ne demek istediğimi daha iyi anlar bana hak verirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=kYIsXGiI-oI

Neyse arkadaşlar bana kalsa ben sabaha kadar bu oyun hakkında konuşabilirim, gerçi şu an sabah olmak üzere, hatta oldu bile, çünkü şu an sabah ezanının o huzur veren, içinizi ferahlatan ve kendinizi güvende hissettiren muhteşem melodisi eşlinde size veda ediyorum.
Posted 31 December, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
53 people found this review helpful
14 people found this review funny
2
114.1 hrs on record (72.5 hrs at review time)
Öncelikle bu yazıyı souls like oyunlarında fazla deneyimi olmayan biri olarak yazdığımı belirtmek istiyorum. Yani Wo long'u bu türün diğer oyunlarıyla kıyaslama yaparak bir değerlendirme yapmam mümkün değil. Ya da herhangi bir souls-like oyunun fanı olmadığım için bu oyunu gereksiz ön yargıyla veya aşırı bir sempati duyarak değerlendirmem de mümkün değil. Bu yüzden bu yazının oldukça kişisel tecrübeye dayalı objektif bir yazı olacağı kanısındayım


Evet souls-like oyunlarında fazla deneyimim yok. Ama bu demek değildir ki bu oyunlara karşı ilgim, merakım ya da oynama isteğim yok. Hatta bütün Dark Souks, Nioh, Darksider serisi, Elden Ring, Sekiro gibi bir çok oyunu satışa çıkar çıkmaz alan biriyim. Eee o zaman neden bu güne kadar bu oyunların hiç birini oynamadın dediğinizi duyar gibiyim


Sanırım bunun cevabı korkmam.. Ardı ardına yenilip dayak yemekten korkmam.. Hayal kırıklığına uğramaktan ve pes etmekten korkmam.. Gözyaşı, ter dökmekten korkmam.. Kendime kızıp yetersiz olduğumu düşünmekten korkmam.. Beceriksiz, yeteneksiz olduğumu kabul etmekten korkmam.. Evet itiraf ediyorum ben korkak biriyim


Peki o zaman, Korkak olduğumu açık yüreklilikle söylemek aynı zamanda bir o kadar cesur olduğumu göstermez mi. Ya da korkularımın üzerine giderek Wo long'u oynamaya karar vermek bir cesaret değil midir. Pek çok kimse, kaçmaktan korktuğu için cesur sanılırken. Ben kaçma cesaretini gösteriyorsam niye korkak sayılıyorum. Yoksa sandığımız gibi korkaklık kötü, negatif bir şey değil mi


Evet arkadaşlar biliyorum yine konudan saptım hatta biraz saçmalamış bile olabilirim. Belki de felsefi konulara aşırı merakım olduğu için istemsiz olarak konuyu oraya getirmiş olabilirim. Bilemiyorum.. Hemen toparlıyor asıl konumuz Wo long'a geri dönüyor ve oyun da geçirdiğim ilk 16 saatin kısa bir özetiyle devam ediyorum


Wo long'u oynamaya başlayalı sadece 15 dakika oldu. Bu kadar erken böyle bir sert kayaya toslayacağımı hiç düşünmemiştim. Tekrar söylüyorum daha oyunu hemen başı ve karşımda şimdiden güçlü bir rakip ! Sizce de bu bir saçmalık değil mi ? Geçmişte Skerio'yu biraz oynamıştım. O bile oyunun hemen başlarında karşıma böyle güçlü bir rakip çıkarmamıştı. Sanırım souls-like oyunlarda tecrübe kazanmak için yanlış bir oyun seçtim. Ya da bir yerlerde hata yapıyorum


Evet biraz önce söylediğim gibi souls like oyunların da fazla bir tecrübem yok. Evet artık 18 yaşımdaki gibi keskin reflekslere sahip değilim ve en ufak bir uyarılmada önümde kurulu bir çadırla gezmiyorum. Ama zekam ve oyun tecrübeme laf söyletmem. Hala bir çok oyunu en zorda hakkını vererek oynaya biliyorum. Yani nispeten iyi durumdayım. Hatta bir çok kişiyi suya götürüp susuz getire bilirim


Her şey zavallı bir köylünün üzerine çökmüş tuhaf görünümlü bir kaplanla karşılaşmamla başladı. Evet bu sıradan bir rakip değildi. Yıllardır oyun oynayan biri olarak bunu hemen anlamıştım. Ama sorun olmaz dedim. Ben bunu halleder biletini keserim. Ama bu söylediklerim kendime aşırı güvendiğimin ya da kaplanı küçümsediğim anlamına gelmesin. Aksine oldukça tedbirli şekilde arkasından yaklaştım. O hala köylüyü midesine indirmekle meşgulken sürpriz bir saldırıyla sağlığının yarısını alarak ona ne kadar saygı duyduğumu gösterdim


Şu ana kadar her şey istediğim gibi gitmişti. Acele etmeyerek hemen savunmaya geçtim. İyi ki de öyle yapmışım çünkü rakibim cüssesinden hiç beklenmeyecek şekilde seri bir hareketle arkasına döndü ve çevik pençe darbeleriyle üzerime saldırdı. Hepsini başarılı bir şekilde savuşturdum. Şimdi tam sıra bende derken meğerse kaplanın duraksaması beni rahatlatmak ve yanıltmak içinmiş. Ölümcül son darbeyi sona saklamış.. Tek vuruşta öldüm


Ne mi hissettim.. Changgui resmen ' bust my balls '. Changgui, yerel halkın kaplana verdikleri isim.. Bir Çin efsanesine göre, Changgui tarafından yutulan insanların kendisine hizmet eden ruhlar haline geldiği, ona daha fazla kurban çektiği ve ona kurulan tuzakları yok ettikleri söylenir

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2958267686

Kaç defa denedim bilmiyorum. 15, 20 belki 30.. Her seferinde Changgui beni bir ya da iki vuruşta öldürüyordu. Evet tamam, bu tam olarak bir kaplanla gerçek hayatta karşılaşsam başıma gelecek olan şey. Hatta bırak bir vuruşu, karşılaştığım an muhtemelen pantolonu sıyırıp arkamı döner ' ruhumu ' teslim ederdim. Ancak bu bir oyun, yani beni eğlendirmesi, beni gözetmesi ve benden taraf olması gerekir


Nihayet, 2-3 saatlik mücadelenin sonunda Changgu'nin kellesi elimde kendimi zafer çığlıkları atarken buldum. Yani başarmıştım.. Ama bu zafer sarhoşluğu acı bir gerçeğin kafama dank etmesiyle çok kısa sürdü. Eğer bu aptal kaplan bile bu kadar zorsa ve tek bir vuruşta beni öldürebiliyorsa , gerçek bir boss'la karşılaştığım zaman ne yapacaktım. Bu sorunun cevabını bulmam çok da uzun sürmedi. Namı değer General of Man yani Zhang Liang bir kabus gibi üzerime çöktü

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2956904146

Bu it oğlu it.. Hayatımdan tam 10 saatimi çaldı. Onunla birlikte geçirdiğim bu 10 saati size uzun uzun anlatmak gibi bir niyetim yok. Çünkü bir karı kocanın yatak odası sırları gibi bana özel kalmasını istiyorum. Ama şu kadarını söyleyebilirim onunla olan münasebetimin sonu, bu güne kadar hayatımda yaşadığım en büyük, en şehvetli bir haz, tatmin ve rahatlama ile bitti diyebilirim


Evet arkadaşlar belki veteran bir souls oyuncusunun 2 saat gibi bir sürede geçeceği oyunun ilk bölümü benim tam 16 saatimi alsa da, bu bana şunu gösterdi. Hayatta en zor elde edilen şeylerden birinin deneyim olduğunu ve kazanmak İçin ilk önce kaybetmek gerektiğini öğrendim


Her ne kadar oyun benim için zorlu başlasa da oyunun her anından büyük keyif aldım. Oyunun oynanışı, swordplayı, mekanikleri olsun, oyunda yer alan boss'ların çeşitliliği, tasarımı da dahil, hepsi dört dörtlük olmuş. Özellikle boss'lara karşı aldığınız her galibiyet, onlarla kapışmanın heyecanı, Wo long'u benim için kolay kolay unutmayacağım bir oyun haline getirdi diyebilirim


Çin'in Üç Krallık döneminde geçen oyunun hikayesini de çok beğendim açıkçası. O dönemin tarihsel alt yapısını Çin mitolojisinin ejderhaları ve efsanevi yaratıklarıyla harmanlayarak karanlık ve fantastik bir macera sunuyor oyun bize. Bu macerada Üç Krallık döneminden Cao Cao, Liu Bei, Dong Zhu, Lu Bu, Sun jian gibi bir çok ikonik ve feodal figürlerle karşılaşıyor ve onlarla yol arkadaşlığı yapıyoruz


Bu karakterlerle tanışmak, hikayelerini öğrenmek, onların gerilimli ve kritik anlarda, fedakarlık ve sorumluluk gerektiğinde gösterdiği kırılganlığı, cesareti, şefkati bire bir tanıklık etmek unutmaz bir deneyim diyebilirim. Bunların arasından benim favori karakterim ve adamım diyebileceğim kişi ise Cao Cao. Gözü kara olması, kafasının dikine giden halleriyle zapt edilmez, unruly bir ergeni andırırken, diğer yandan onun bir scholar ve şair olduğunu öğrenince bir o kadar şaşırıyor ve hayrete düşüyorsunuz. Ve tabi ki de karizması ve çekiciliği de çabası

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2957347811

Wo Long'u, souls like oyunlarını seven sevmeyen herkese tavsiye ediyor, yazımı Cao Cao’nun hayatından kesitler içeren şiiri ile bitiriyor okuyanlara teşekkür ediyorum

Bu gece eğlenelim, şarkılar söyleyip içelim
Çünkü ömür çok kısa, uçup gider rüzgarlarla
Adlarımız kalır ardımızda, acı tatlı anılarla
Unutalım kederlerimizi, bir kaç yudum şarapla

Gecenin seslerini duyuyorum, bitmeyen bir şarkı gibi
Yarını bekliyorum bilerek belkide gelmeyeceğini
Bu gece zaman dursun, bütün endişeler unutulsun
Bütün yürekler coşsun her yerde müzik duyulsun

Ay ışığı aydınlatsın yolumuzu, huzur doldursun ruhumuzu
Belki o zaman hatırlarız gerçekte kim olduğumuzu
Aya eşlik ediyor yıldızlar, güneye doğru uçuyor kuşlar
Dinlensin yorgun ruhlar, önümüzde uzun bir yol var

Yürürken bu yolda hep birlikte inanç var yüreklerimizde
Yepyeni bir ülke kurulacak hepimizin ellerinde
Hiç bir dağ çok yüksek değil, hiç bir deniz fazla derin
Korkun bizden düşmanlar, önümüzde eğilin
Posted 6 April, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
57 people found this review helpful
3 people found this review funny
2
1
77.3 hrs on record (77.1 hrs at review time)
Tarih 1955, Rusya'da güzel bir gün. Güneş bu güzel günde bir başka gülümsüyor, bir başka parlıyor. Her yerde tebessüm eden insanlar, her yerde bir bayram havası...Bu coşku selinin arasında yürüyorum. Attığım her adımda, baktığım her köşede, büyük- küçük tüm işleri üstlenen robotlar var. Sanırım Sovyetler birliği insanların çektiği zorlukları teknoloji aracılığıyla çözmüş ve daha önce görülmemiş bir büyüme çağını başlatmış durumda. Bu büyüme şimdiden öyle bir hale gelmiş ki 2023 yılında bile hayalini kuramayacağımız teknoloji 1950'li yılların Rusyasın'da hali hazır da mevcut

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2937978449

Robotic alanındaki çalışmalar sayesinde gökyüzünde süzülen şehirler, uzaya ve diğer gezegenlere giden yol mümkün hale gelmiş durumda. İnsanlar sahip olduğu işten, meşguliyetlerinden yani hayatlarından çok memnun bir şekilde mutlu ve mesut yaşıyorlar

'' Monday starts on Saturday '' yani '' Pazartesi Cumartesiden Başlar '' Rus bilim-kurgu edebiyatının en ünlü isimleri olan ve tüm dünyada Roadside Picnic kitabıyla bilinen Arkady ve Boris kardeşlerin aynı adlı romanında tanımladıkları bir terim. Bilimin insanların iyiliği, gelişmesi ve mutluluğu için kullanıldığı bir idealin tanımı. Bilim sayesinde insanlar hayatlarından ve sahip oldukları işlerden o kadar memnunlardır ki, hafta sonlarına dinlemek veya işlerinden uzaklaşmak için ihtiyaç duymazlar ve bu nedenle çalışma günleri veya faal olma halleri haftanın yedi gününü kapsar tıpkı Atomic Heart'de resmedildiği gibi


Eğer oyunlarda her yeri didik didik araştıran, bulduğunuz her türlü yazılı içeriği okuyan ve görsel betimlemeleri anlamlandırmayı seven oyunculardansanız yukarıda örneğini verdiğim kitap gibi bu oyunda bir çok şeye referanslar bulabilir ve hayatınızda anlamı olan bazı detaylarla karşılaşabilirsiniz. Mesela benim bundan tam 12- 13 sene önce Bodrum da ilk defa dinlediğim ve orada geçirdiğim güzel günleri hatırlatan bu şarkı gibi

https://www.youtube.com/watch?v=mZ4_lXYL3k4

Atomic Heart, Sovyetlerin 2. Dünya savaşını kazandığı ve dünyanın en büyük teknolojik gücü haline geldiği; bilimin, bilginin, teknolojinin ve robotların bütün bir toplumun günlük yaşamına entegre olduğu ve tüm bunların steampunk estetiği ile buluştuğu böyle bir mutluluk tablosunda başlıyor. Ama maalesef çok fazla süre geçmeden bu teknolojik güç ve mutluluk tablosunun ardında yatan gerçekleri yavaş yavaş ortaya çıkarıyor ve insanlığın bu ilerleme için ödemek zorunda olduğu kanlı bedeli keşfediyorsunuz. Bir daha anlıyoruz ki, eğer bir şey gerçek olamayacak kadar iyi görünüyorsa, her zaman öyledir


https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2939688648


Atomic Heart ilk gösterildiği 2017 yılından beri benim merakla beklediğim bir oyundu. Oyunla ilgili fragmanlar geldikçe bu garip ve ütopik dünyanın içinde ne bulacağımı keşfetmek için sabırsızlanmaya başlamış dolayısıyla oyunun bir an önce çıkması için yol gözler olmuştum ve haliyle ön siparişe açılır açılmaz hemen sazan gibi atlayıp satın aldım.Oyunun genel olarak beklentilerimi karşılasa da bazı sıkıntıları yok değil


Oyun boyunca Charles adında bir eldiven giyiyoruz. Bu eldivenin içinde, bizimle konuşan, şakalar yapan ve bize içinde bulunduğunuz dünya ve hikaye hakkında birçok ayrıntı anlatan yapay bir zeka var. Yapay zekayla girdimiz bu muhabbetler oldukça ilgi çekici ve eğlenceli ama şöyle bir sıkıntı var. Oyun ve Charles bize ortalama insan beyninin bu kadar kısa sürede sindiremeyeceği miktarda bilgi ve detaya boğuyor ki, belli bir yerden sonra bu bilgi ve detayları birleştirerek hikayeyi tam olarak anlamak ve bir mantık çerçevesine oturtmak çok zorlaşabiliyor. Bu yüzden bazı bölümleri baştan oynayıp notlar almak zorunda kaldım


Aslında oyun dünyasını keşfederken çok fazla belge, doküman ve insanlara ait ses kayıtları buluyorsunuz. Keşke bu belgelerde ve ses kayıtlarında hikaye daha fazla anlam katacak ve takip etmemizi kolaylaştıracak bilgiler yer alsaydı. Böylece hikayede yer alan olay örgülerinin kafa karıştırıcı yönleri daha detaylı açıklanabilir, bizde bazı şeyleri anlamak için beynimizi yakmazdık. Daha çok bu belgelerde ve ses kayıtlarında, mekanlardaki insanların ilişkilerinden ve orada gerçekleşen münferit olaylardan bahsediyor. Bunları okumak çok keyifli ve oyuna anlam kattığı gibi hikayesine destek bilgiler sağlıyor ama ana resme fırça darbesi vurarak resmi tamamlamamıza yardımcı olmuyor


Atomic Heart'in büyük bir bölümü araştırma tesislerinden oluşan kapalı mekanlarda geçiyor. Bu araştırma tesislerinde geçirdiğiniz vakit gerçekten çok tatmin edici. Yan odanın girişini keşfetmek için havalandırma deliklerinden geçmek ve tesisin diğer bölgelerine erişmek için kapıların kilidini açmak, bu tesislerde gerçekleşen deneylerin, araştırmaların geri plan bilgilerini araştırıp öğrenmek, puzzlar, platform ögeleri falan hepsi yerli yerinde ve oldukça keyifli. Özellikle Disruption center ve Tiyatro bölümü kusursuz


Tiyatro bölümünün altını çizmek biraz tease etmek istiyorum. Burada sahneye konan oyunlar insanlar tarafından değil robot balerinler tarafından sergileniyor. Bu gösterileri izlemek herkese nasip olacak bir şey değil. Çünkü bilet bulmak Kremlin sarayının yanında bir daire sahibi olmaktan daha zor. Anlayacağınız bu tiyatronun müşterileri elite tabakadan ve yüksek rütbeli askerlerin dahil olduğu politbüro'nun seçkin kişilerinden oluşuyor ve tek dertleri oyun seyretmek değil. Sahne arkasında oldukça ilginç işler dönüyor. Çok fazla şey ifşa etmek istemediğim için sadece şunları söyleyip gerisini size bırakıyorum. Robosexuality ve Robosexual lobiler ve bu alandaki hizmetler


Oyunun kapalı mekanları çok iyi olsa da açık dünya kısmı ne yazık ki olmamış ve niye koyduklarını anlamış değilim. Çünkü bu kısımlar sadece A noktasından B noktasına gittiğimiz alanlar olarak kalmış. Hiç olmazsa 3-5 tane anlamlı yan görev koysaydınız böylece açık dünya için harcadığınız emek boşa gitmez bu alanların bir anlamı olurdu. He belki bu oyun için gelecek olan 4 tane hikaye dlc'si bu açık dünyaya entegre edilebilir ve daha anlamlı hale gelebilir


Neyse efendim yazım bitirmeden önce son olarak çok severek okuduğum Heartbeat adlı bir romandan bahsetmek istiyorum. Atomic Heart'in bu romanla pek ortak noktası olmamasına rağmen nedense oyunu oynarken direkt bu kitap geldi aklıma ve size de bahsetmeden geçmek istemedim. Eğer okuyacak bir şeyler arıyorsanız şiddetle tavsiye ederim bu kitabı. Kısaca kitabın konusuna gelince. Bir doktorun ölmek üzere olan bir hastaya plütonyumla çalışan mekanik bir kalp takarak hayatını kurtarması ile başlıyor. Daha sonra bu olay tüm dünyanın dikkatini çeker dolayasıyla medya ve tıp insanları dahil olmak üzere herkes bu olayı konuşur


Bu olay kötü niyetli insanların da dikkatini çeker ve nakil yapılan hasta kaçırılarak fidye amacı için kullanılır. Fidye verilmezse adam öldürülecek ve radyoaktif izotoplar içeren '' Atomic Heart '' çıkarılacaktır. Eğer '' Atomic Heart '' in içindeki radyoaktif maddeler havaya karışırsa binlerce insan tehlikeli seviyelerde radyasyona maruz kalacaktır. Yani kitap kısaca bir kişi için hayat kurtaran bir teknolojinin, toplumun geneli için nasıl bir tehdit haline geldiğini anlatmaktır


Oyunda Dr. Dmitry Sechenov'un gerçekleştirmeye çalıştığı ''Atomic heart'' projesiyle, romandaki Dr. William Bradfield'in plütonyumla çalışan radyoaktif kalbin yani ''Atomic heart''in sadece isim olarak benzerliği olsa da her iki eserin asıl ortak noktası bilimin ve teknolojinin faydasından daha çok zararları olabilme olasılığına dikkat çekmesidir. Maalesef yine Steam'in incelemeler için koyduğu karakter limitine takılma üzereyim bu yüzden yazımı Heartbeat romanından Dr. William Bradfield'in kendisini de dahil ederek tüm bilim adamlarını eleştirdiği şu sözü ile bitiriyor okuyan herkese teşekkür ediyorum

If there’s a chance, any chance at all, that problems caused by technology could outweigh the benefits, we should stop. Trouble is, I hardly know any scientists who will dare stay, 'Stop.'
Posted 27 March, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
89 people found this review helpful
5 people found this review funny
2
57.4 hrs on record (40.0 hrs at review time)
Bir an için kimsenin olmadığı yabancı bir gezegende mahsur kaldığınızı düşünün... Aklınızdan neler geçti.. Ne hissettiniz ? Korktunuz ve çaresiz hissettiniz değil mi ? Hiç sanmıyorum ! Muhtemelen bu size pek bir şey ifade etmedi. Peki o zaman, bir de buna bu gezegenin tamamen sularla kaplı olduğunu söylesem bir şeyler hisseder miydiniz ? Yeni sanmıyorum ! Çünkü Subnautica'nın başardığı şeyi, yaşattığı deneyimi kelimelerle anlatmak gerçekten çok zor


Subnautica, bir uzay gemisinin 4546B adlı bir gezegene çakılmasıyla başlıyor. Bizde bir escape-pod'a binerek kaçmayı başarıyoruz. Yani anlayacağınız devasa bir okyanusun ortasında küçücük bir pod içinde oyuna başlıyorsunuz. Sağ dönüyorsunuz, sola dönüyorsunuz ve fark ediyorsunuz ki sizi çevreleyen tek şey alabildiğine uzanan mavi deniz ve gökyüzü.. Bu yoğun mavi renk paletinin ortasında yapayalnızsınız. Nereden başlayacağınız, ne yapacağınız hakkında en ufak bir fikriniz yok. İşte o anda bu gerçeklik bir tokat gibi yüzünüze çarpıyor ve sizi derinden sarsıyor

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2931553090


Oyundaki tek amacınız hayatta kalmak ve bu gezegenden kurtulmanın bir yolunu bulmak. Bunu yapmanın yolu ise bu gezegendeki tek muhatabınız olan okyanusun derin, karanlık sularıyla haşır neşir olmak ve onun gizemlerle, bilinmezliklerle dolu dünyasını keşfetmek. Subnautica tabiri caizse ' İki yiğit çıktı meydane, İkisi de birbirinden merdane ' diyerek, bir güreş minderinin bir tarafına sizi, diğer tarafına ise tamamen sularla kaplı yabancı bir gezegeni koyarak, ona meydan okumanızı istiyor


Bu meydan okumada rakibinizin en büyük kozu ise natural dünyanın gücü, öfkesi ve güzelliği ile sizi baş başa bırakarak sizi comfort zone'nunuzdan, tüm dünyevi zevklerinizden ve meşguliyetlerinizden sıyırıp, sizi mümkün olduğunca yoksun ve savunmasız hale getirmesi. Aslında bu durum size hiç bir oyunda yaşayamayacağınız özel anları ve duyguları beraberinde getiriyor


Hiç ' sublime exprience ' diye bir kavram duydunuz mu ? Sanırım ben bu kavramla 4-5 sene önce bir belgesel vasıtasıyla tanışmıştım. Subnuatica oynarken o belgesel geldi aklıma ve dedim ki, işte sublime tecrübe dedikleri şey bu olsa gerek. Sublime exprience doğanın gücü ve enginliğine tanıklık ettiğinizde, tüm düşüncelerinizin yok olup gittiği, geriye sadece saf duygunun kaldığı tutulma hali. Dev bir tsunaminin görüntülerini izlerken ya da uzayın sonsuzluğuna bakarken içinizde aniden patlayan, haz veren bir dehşet ve korku duygusu

Ama bunu bir ölüm tehdidinin neden olduğu korku ile karıştırmayın. Daha çok bu, uçsuz bucaksız ve bilinmeyen bir şey karşısında kendi önemsizliğinizin aniden farkına varmanızın yarattığı varoluşsal bir korku bu

Ne demek istediğimi pekiştirmesi için oyunu oynarken başıma gelen bir olaydan bahsetmek istiyorum. Sanırım oyunun 20'nci saatleri falan. Tamir ettiğim telsizden bir sinyal sesi aldım. Gelen sinyal sesini takip ederek minik bir kara parçasına ulaştım. Meraklı gözlerle etrafa bakıyorum. İçim kıpır kıpır ve heyecanlıyım. Aklımda sadece tek bir soru var. Acaba sinyalı gönderen benim gibi kazadan canlı kurtulmayı başaran bir insan mı


Tam o anda birden günlük güneşlik olan hava karardı. Tüm gezegeni müphem bir karanlığa büründü. Şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken gökyüzüne baktım. Yabancı bir gezegende, yabancı bir güneş ile yabancı bir ay'ın tutulmasını izliyordum. Sadece gezegen, deniz ve ben, bir de gözlerimin önündeki güneş ve ay'ın tek vücut olduğu müthiş manzara. Nefes kesici ve aynı zamanda dehşet verici bir duyguydu bu. Yani size bahsettiğim Sublime exprience


Oyunda buna benzer çok fazla şeye tanıklık edeceksiniz. Engin okyanus sularını keşfederken eşsiz manzaralarla buluşacak, daha da derin sulara indikçe öyle anlara denk geleceksiniz ki... Ve o anlarda.. Korku, haz, dehşet, huşu, hayranlık, şok gibi bir çok zıt duygunun tek bir pota da eriyip harmanlanarak iç benliğinizi sarıp sarmaladığını hissedeceksiniz. Daha da somutlaştırmak gerekirse, ben bu güne kadar hiç bir oyunda istemsiz olarak gözlerim ve ağzım açık mesmerise bir şekilde ekrana baktığımı hatırlamıyorum dersem sanırım ne demek istediğim anlaşılacaktır


https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2930602157


Subnautica tamamen keşfetmek üzerine kurulu. Bir kere bu oyunda harita falan yok. Yani haritayı açayım şuraya gideyim gibi şeyleri unutun. Bu yüzden her deliğe girip çıkmalı her şeyi kendiniz el yordamıyla keşfetmelisin. Oyunda keşfetme merakınızı tetikleyecek çok iyi unsurlar var


Okyanusun altı bir kaç katman ve her katmanın farklı ekosistemleri var. Bu alanlarda bitkilerde dahil çok sayıda farklı canlı türü bulunuyor. Bu canlıları araştırarak nasıl avlandıklarını, çıkardıkları sesin ne anlama geldiğini, hangi bitkinin faydalı olduğunu, hangi balığın yakalanmasının kolay, hangisinin zor olduğunu vs öğrenebilirsiniz. Bu bilgileri hem ilginizi ve merakınızı çektiği için hem de hayata kalmak ve besin elde etmek için öğreniyorsunuz. Günün sonunda bunları öğrendikçe kendinizi gerçekten bir bilim adamı ve kâşif gibi hissediyor ve oyuna bağlanmaya başlıyorsunuz


Diğer bir konu ise oyunun hikayesi. Normalde survivor oyunlarından doğru düzgün bir hikaye bulamazsınız ama bu oyun hikaye konusunda en iddialı oyuna elini öptürür. Bilim-kurguyla bezenmiş gizemli, complex bir hikayesi var oyunun ve bunu öğrenmek için resmen yanıp tutuşuyor ve hikaye parçacıklarını bulmak için can atıyorsunuz. Bunun yapmanın yoluysa yine okyanus sularını keşfetmekten geçiyor. Oyunun başlarında güvenli sayılan sığ sularda başlıyor bu keşif, daha sonralı okyanusun derin ve karanlık sularına inmeye başlıyorsunuz. İşte o anda oyun tam bir korku-gerilim oyununa dönüşüyor. Ama şunu unutmayın o dipsiz karanlık sulara inmek her baba yiğidin harcı değil. Tam bir yürek işi..


Yavaş yavaş 100 metre 200 metre 400 metre derken karanlık ve sonsuz deniz sizi öyle bir kuşatıyor ki tüm yön duygunuz, mekan kavramınız kopuyor. Bir de buna uzaklardan gelen inleme, uğultu, çınlama gibi tuhaf sesler ve etrafınızda bir hareket olduğunu gösteren dalgalanmalar hissedince tamam diyorsunuz artık ben geri döneyim bari. Çünkü karşına ne çıkağını neyle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Kelimelerle bunu anlatmak size ne kadar geçiyor bilmiyorum ama ben hiç bir oyunda böyle bir dehşet hissi yaşamamıştım diyebilirim


Açıkca söylemem gerekirse ben bu oyundan çok etkilendim. Herkes de aynı etkiyi yaratır mı orasını bilemiyorum ama yüreği ve kalbi açık insanların çok şey bulacağına eminim. O çok şeylerden biri de Subnautica'nın sizi adeta spiritüel bir yolculuğa çıkarıyor olması. Kimsenin olmadığı tamamen yabancı bir gezegende yalnız başınıza çıktınız bir yolculuk bu

Doğaya, evrene, onun içinde bulunan binbir türlü canlıya, bu düzenin çok hassas dengelerle işleyen yapısına ve bu muazzam yapının içindeki bir damla suya, bir lokma ekmeye , bir nefeslik havaya muhtaç olduğumuzu hatırlatan bir yolculuk bu

Her zaman kendimizi en mükemmel, en muhteşem, en büyük sandığımız kibirli, egolu benliğimize aslında bu evrende sadece bir zerre olduğumuzu hatırlatan bir yolculuk bu

En önemliside sonsuz ilmi ve kudretiyle bu evreni yaratan yüce yaratıcıya duymanız gereken huşu ve saygıyı hatırlatan ve neden onun önünde her gün eğilmekten imtina ettiğimizi sorgulatan bir yolculuk bu. Yani yüreği ve kalbi açık olan insanlar için ruhsal bir uyanış Subnautica

Yazıma bu ruhsal uyanışa dem vuran Yunus Emre'nin çok sevdiğim şiirinin mısraları ve onun bu eserinden derlenen güzel bir türkümüz ile bitiriyor ve okuyanlara teşekkür ediyorum

Evvel benim, ahir benim Canlara can olan benim
Azık yolda kalanlara Hazır medet eden benim

Düz döşedim bu yerleri Baskı kodum bu dağları
Sayvan gerdim bu gökleri Yeri sonra düren benim

Ben bu yere buyuracak Yeryüzüne gün vuracak
Ulu deniz mevc urucak Gemiye yol bulan benim

Yunus değil bunu diyen Kendiliğidir söyleyen
Mutlak kâfir inanmayan Evvel ahir heman benim

https://www.youtube.com/watch?v=zxFjXO7QRkw&list=RDMM&index=66
Posted 14 February, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
74 people found this review helpful
3 people found this review funny
3
152.6 hrs on record
---- I AM THE LECHER BİTCH ----

Ya sen nasıl bir oyunsun be kardeşim.. Aradan yıllar geçti kaç defa oynadım seni hatırlamıyorum bile. Sanırım en son üç sene önce tekrar oynamıştım seni...Yine, yeniden sana olan özlemim debreşti. Oyun kütüphanemde ön siparişle almış olduğum Dying light 2, Elden ring, Spider-Man, Uncharted gibi bir çok yeni baba oyun hala oynanmayı beklerken gözlerim hiç birini görmüyor. İçimde için için yanan kor yine alevlenmek üzere bunu hissediyorum. Sanırım sana olan özlemim ve oynama isteğim hiç bir zaman bitmeyecek ve içimdeki o kor, vakti geldiği zaman yeni alev alacak ve bu çok yakın biliyorum.

Bilmiyorum bu iyi bir huy mu, yoksa kötü bir huy mu, ama benim çok sevdiğim oyunları belli zaman aralıklarında tekrar oynama gibi bir alışkanlığım var. Daha doğrusu bu bir alışkanlık değil. Onlara karşı duyduğum dayanılmaz bir arzu, istek bu...

Evet arkadaşlar yukarıda ki satırlardan anlaşılacağı gibi bu oyun benim açık ara en sevdiğim oyun. Tam da tekrar oynamayı düşündüğüm şu zaman da, bir sohbet, bir iç dökme amaçlı bu incelemeyi yazmaya karar verdim.

Vampirler...Bu kelime, bu oyunla tanışana kadar benim oldukça yabancısı olduğum bir kelimeydi. Fakat şimdi bu satırları yazarken adım kadar iyi biliyorum bu kelimeyi..Kana susama, hız, güç, şehvet ve günah.....Her zamanki gibi sıradan bir gündü. Her şeyden habersiz, sıkıcı olduğunu düşündüğüm hayatımı yaşarken, nereden bilebilirdim tek bir ısırıkla hayatımın bu kadar değişebileceğini... Tenimi parçalayan o dişlerin, tüm geçmişimi beraberinde benden sokup koparıp alacağını ve o ısırığın hayatımın dönüm noktası olacağını.... Artık önümde sadece gecelerin hüküm sürdüğü yabancısı olduğum bir dünya vardı. Yapayanlız, çaresiz ve binbir zorluklar dolu....


Oyunun ilk chapter'ı olan Santa Monica şehrinin sokaklarında bu yeni hayatın getirdiği sorumlulukları yerine getirirken bir taraftan da ona alışmaya ve anlamaya çalışıyordum. Neler yaşayacağım... Nasıl biri olacağım....Ne olacağım gibi sorular aklımda uçuşuyordu. Çünkü artık yeni bir başlangıç yapmıştım ve geçmiş hayatımla olan tüm bağlarımı koparmış ve kanımda dolaşan lanetle yapayalnız kalmıştım. Bu zor zamanlarda beni anlayan, teselli eden ve belki de bu hayata tutunmamı sağlayan iki şey vardı.


Bunlardan birincisi, her fırsatta The Asylum adındaki nightclub'e gidip deliler gibi dans etmekti.. Dans pistine kendimi atar dakikalarca dans eder, çalan parçaya bağıra bağıra eşlik ederdim. O şarkının duygularıma tercüman olan ve içinde bulunduğum durumu anlayan sözlerinde kendimi bulur ve bu lanet yaşamın dalga dalga üzerimden aktığını hissederdim. Evet arkadaşlar tüm samimiyetimle söylüyorum, bu o kadar sık yaptığım bir şeydi ki, artık o şarkının her kelimesini ezberleşmiştim.

Isolated, Alone and apart, Isolated, here i stand in this room, caged and trapped inside, seems i'm damned to live a lie, i stare at light that makes me blind, i'm here alone and isolated, have no choice but be isolated

https://www.youtube.com/watch?v=uoUCyrg5Syo Chiasm - Isolated ( with lyrics )

Diğeri, yani ikinci çok sık yaptığım şey ise... Oyunu oynamaktan yorulduğum zaman ve biraz mola vermek, biraz kafamı dinlemek ihtiyacı hissettiğimde kendimi Santa Monica'nın sahillerine atmak. Öylece sahilde oturur dalgaların sesini dinler, dakikalarca denizin karanlığına bakardım. Uzaklarda demir atmış bir geminin sanki bana bir mesaj göndermek istercesini bir yanıp, bir sönen ışıklarıyla bana göz kırpmasını seyrederdim. Sırtımı şehre, yüzümü denize dönmek, yani gözümün gördüğü, beynimin ve duyularımın algıladığı tüm fiziksel gerçekliği arkada bırakmak inanılmaz rahatlatıyordu beni...

Şimdi siz '' Oğlum sen manyak mısın madem oyunu oynamaktan yoruldun niye adam gibi bilgisayarı kapatıp ara vermiyorsunuz diyebilirsiniz '' Aslında bunun cevabını kısmen yukarıda yazsamda, sanırım bunun asıl nedeni ne olursa olsun oyunla olan bağlantımın kopmasını istemediğinden olabilir. Çünkü bu oyunu yeme-içme, tuvalet-uyku gibi temel ihtiyaçlar dışında aralıksız oynuyordum ve bitirene kadar da bu böyle devam etmişti.


Şimdi gelelim bu oyunu neden bu kadar çok sevdiğimin bir diğer nedenine....Yasak, Ayıp, Günah gibi kavramlardan beni tamamen kurtarması ve özgürleştirmesi.... Hepinizin bildiği gibi hayatımızın her yerinde bu üç zalim niteleme hüküm sürer. Yaptığın, yapmayı düşündüğün her şeyin bu üç sıfattan yani yasak, ayıp, günah'dan uzak durması gerekir. Ama gel gör ki, aksi şeytan bu ya, arzulanan, zevk alınan şeyler ya ayıptır, ya yasak, ya günah....


İşte gerçek hayatımız da kendimizi kalın zincirlerle sıkı sıkıya bağladığımız bu kavramları bu oyunda parçalayıp kırıp atıyor, her türlü satanic ve sadistic soslu, extreme zevkleri ya tadıyor ya da tanıklık ediyor ve o günah denizinde nefsimizi yatıştırıyoruz. Tam da oyun size bu duyguları yaşatırken The Last Round adında ki bir pub'la yollarınız kesişiyor ve orada bu badass şarkıyı dinleyince oyuna hayran kalıyorsunuz..

Well, I am the Lecher ♥♥♥♥♥, And I wear the X of castigation, I am the ♥♥♥♥♥ of the extreme, I am the heretic, And I crave your excommunication, Look in my eyes, Get a little starstruck and a little insane...

https://www.youtube.com/watch?v=yIhHou2k0Js&list=RDyIhHou2k0Js&index=1

Son olarak oyunda yaşayacağınız sizi şaşırtan, heyecanlandıran high point anlarından sadece bir kaç tanesini spoiler vermeden bahsetmek istiyorum. The Asylum adındaki nightclub'de Jeanette Voerman ile ilk karşılaşmanız ve onun şirin mi şirin, şimarık mı şimarık ve seksilikte sınır tanımayan halleri ve akıllarda kalan şu repliği...
'' I'm the finger down your spine when all the lights are out. I'm the name on all the men's room walls. When I pout, the whole world tries to make me smile. ''

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=1833147775

Ocean House hotel'de korku filmlerini aratmayan gerilim dolu dakikalar ve bir dizi cinayetler eşliğinde bir ailenin dramı...

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=1835904232

Sebastian LaCroix ve onun sadık dostu ve bodyguard olan The Sheriff ile lüks dairesindeki ilk toplantınız.

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=1841705489

Her türlü fanteziniz için gerekli olan, ne ararsanız bulabileceğiniz pornocu abimiz ve Death Mask Productions yapımı olan Snuff film görevi.

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=1861485999

Şimdi oyunu oynamayı düşünen arkadaşlar için ciddi bir uyarıda bulunmak istiyorum. Bir kere bile olsa bu oyunu damarlarınıza enjekte edersiniz bir daha ondan kurtulamazsınız. Yazının en başında bahsettiğim gibi, yani bu oyundan belli bir süre uzak kaldığınız zaman yoksunluk sendromu belirtileri başlar ve hiç bir oyunu gözünüz görmez hala gelir. Tıbkı şu an benim yaşadığım gibi....Hatta oyuncular arasında bu oyunla ilgili şöyle bir mit dolaşır '' Every time you mention it, Someone will reinstall it '' yani Türkçesi '' ulan oğlum niye söyledin ya, bak şimdi canım çekti "


Neyse arkadaşlar bu oyun için son sözler olarak şunları söylüyor ve bitiriyorum. Bir kitap size bir hayatın veya yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlatabilir. Bir film size bir hayatın veya yaşamın nasıl bir şey olduğunu gösterebilir. Bir şiir size bir hayatla veya yaşamla ilgili empati kurmanızı sağlayabilir. Ama bir oyun size hayalini bile kuramayacağınız bir hayatı veya yaşamı gerçekten deneyim etme olanağını verebilir. İşte bu oyun Vampire: The Masquerade - Bloodlines arkadaşlar.


Şimdiden okuyan herkese çok teşekkür ediyor ve bol oyunlar günler diliyorum. Bir de bundan tam 4 sene önce ön siparişe açılan Vampire The Masquerade Bloodlines 2 oyununu alan ve onu iade etmeyip hala Steam kütüphanesinde tutan sadık, sabırlı ve hakiki Kindred arkadaşlarıma buradan selam çakıyor ve diyorum ki, hiç merak etmeyin 2023 yılında bu uzun bekleyiş son bulacak, artık güneş bizim için doğmayacak ve tek dostumuz olan karanlıkta hep beraber yine yürüyeceğiz.
Posted 29 November, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
86 people found this review helpful
2 people found this review funny
2
2
2
2
174.8 hrs on record (94.1 hrs at review time)
Bugünün Masumları Yarının Zalimleri

Tüm insanlar zalimdir. Her insan dünyanın kendi isteklerine uygun olmasını ve ona hizmet etmesini ister. Egomuzun bir ürünü olan bu arzu, içimizde bir yerde kucaklanmayı, onu besleyip büyütmemizi ve gün yüzüne çıkarmamızı bekler. Elimize fırsat geçer ve istikrarsız bir ortam bulursak, biraz da bunu yapmaya muktedir isek, içimizdeki o Tyrant doğumunu gerçekleştirir


Hayatım boyunca içimdeki o zalimin hep farkındaydım. Onu anlamak ve üstesinden gelmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Çünkü biliyordum ki, bir insanın kendisi için yapabileceği en büyük iyilik içindeki o zalimi yenmektir. İşte bu bilinç ve düşünce yapısında bir insan için.. Yani benim için.. Bu oyun eşsiz ve sıra dışı bir deneyim oldu


Tyranny, alışık olduğumuz crpg oyunlarından farklı bir yaklaşım sergileyerek, iyi yada kötü, bir kahraman mı yoksa zalim mi olma arasında maalesef bize bir seçim şansı sunmuyor, bizzat bir zalimin kendisi olma fırsatını sunuyor. Dolayısıyla verdiğiniz kararlar ya çok kütü veya az kötü, diğer bir deyişle kötünün iyisi olmak zorunda. Yani anlayacağınız bu oyunda iyilik yok arkadaşlar


Kyros isimli zalim bir hükümdar tüm dünyayı ele geçirmek üzere.. Kyros'a direnen son yer olan Tiers de fetih edilmenin eşiğinde.. Tam da bu aşamada oyun başlıyor ve bizde Kyros'un yüksek bir temsilcisi olarak bu fethi tamamlıyor ve Kyros'un tyrannical kanunlarını, adaletini ve düzenini bu topraklara kabul ettirmeye çalışıyoruz. Potansiyel ayaklanmaları acımasızca bastırıyor ve kendi içimizde çıkan çatışmaları çözmeye çalışıyoruz


Bir oyunda bile olsa bir zalimi oynamak ve zalimce kararlar vermek benim için çok zor oldu diyebilirim. Çünkü bu güne kadar crpg oyunlarında hiç bir zaman '' Evil '' bir karakteri canlandırmadım. Verdiğim kararlar da hep adil oldum ve iyilik peşinden koştum. Bundan dolayı oyunun ilk başlarında, bir kaç Asiyi Kazığa Geçirmek, Direnişçilerin Kafasını Vurdurmak gibi emirleri verirken içim cız ederken, daha sonraları bu cız hissinin yavaş yavaş yok olduğunu fark ettim


Hatta bir köyü, içinde yaşayan insanlarla birlikte Ateşe Vermek, tüm bir şehri yerle bir ederek toplu Katliamlar Gerçekleştirmek bile beni rahatsız etmemeye başladı. Bunu nasıl aştığıma gelince, sanırım bilinç altımda Kyros'un bana neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen yasasına, emirlerine güvendim ve onların doğru olduğunu kabul ettim ve onun kanunlarına harfi harfine uyarak bir oyunda yaptığım en korkunç eylemleri gerçekleştirdim ama ne de olsa bunları yaparken Kyros'un yasasını izlemiştim ve bunun bana vermiş olduğu rahatlığa sığınmıştım


Tıpkı 2.dünya savaşı sırasında Hitler'in subaylarının, askerlerinin Hitler'in kanunlarına, emirlerine, adaletine güvenerek ve doğru olduğunu kabul ederek yaptıkları katliamlar gibi. Hemen hemen 2.dünya savaşıyla ilgili tüm filmleri, belgeselleri izlemiş biri olarak hep merak etmişimdir


Nasıl oluyor da bir subay, general ya da her kimse, çocuk yaşlı demeden yüzlerce insanı bir gaz odasında öldürdükten sonra hiç bir şey olmamış gibi akşam ailesinin yanına gidip çocuklarını kucağına almasını ve onlara sevgi, şefkat göstermesini.. Yemeğini tüm iştahıyla rahat rahat yemesini, daha sonra geceleyin karısıyla sevişerek uykuya dalıp horul horul uyumasını.. İşte Tyranny oyunu kısmen de olsa bu merakımı giderdi diyebilirim


Hatta kendime şu soruyu da sordum. Acaba ben Hitler'in komutasında bir subay olarak o zamanlar yaşamış olsaydım aynı katliamları yapabilir miydim. Biliyor musunuz cevap ne oldu ! Kendimden emin ve net bir şekilde hayır kesinlikle yapmazdım diyemedim. Peki o zaman şimdi sıra sizde, bu soruyu siz kendinize sorsaydınız ne cevap verirdiniz çok merak ediyorum. Aslında o kadar da merak etmiyorum çünkü bir çoğunuzun ne dediğini duyar gibiyim. Direkt olarak.. '' Hayır kesinlikle ben yapmazdım ''


Şimdi alınmaca gücenmece yok arkadaşlar. Bence siz kendinizle yüzleşmekten korkuyorsunuz ya da kendinize karşı dürüst davranmıyorsunuz. Belki de içinizde ki zalimin farkında bile değilsiniz. Hatta bir adım ileri gidiyorum yaptığınız zalimliklerden bihaber yaşıyorsunuz. Şöyle ki..


Her haksızlık bir çeşit zalimliktir. Yalan ve insanları kandırmak, borç alıp borcuna sadık kalmamak zalimliktir. Metroda, otobüste yaşlı insanlar yer vermemek zalimliktir. İnsanları hor görmek ve aşağılamak, hayvanlara ve doğaya hoyrat davranmak zalimliktir vb.. Gördüğünüz gibi ne kadar zalim insanlarız değil mi ? Ama bunlar zalimlik değil ki günümüz dünyasında sıradan şeyler değil mi !


İlk bakışta bunlar micro zalimlikler gibi gelebilir ama micro'dan macro'ya eylemlere geçiş düşündüğünüz kadar zor bir şey olmayabilir. Felsefi ve daha geniş perspektiften düşündüğünüzde micro ve macro zalim eylemleri yapabilme arasında çokta fark olmadığını anlayacak ve aradaki tek farkın dönüp dolaşıp yazının ilk başında bahsettiğim şu cümleye bağlandığını fark edeceksiniz

'' Elimize fırsat geçer ve istikrarsız bir ortam bulursak, biraz da bunu yapmaya muktedir isek, içimizdeki o Tyrant doğumunu gerçekleştirir ''

Bu söylediklerimi pekiştirmesi açısından size bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Gerçi kitap sever arkadaşlar bu kitabı büyük ihtimal okumuştur. William Golding'ın Lord of the Flies kitabı..Kısaca ve yüzeysel olarak konusuna gelince

6-12 yaş arasındaki bir grup çocuk bir uçak kazası nedeniyle ıssız bir aday düşer. İlk başlarda kendi aralarında bir düzen kurarlar ve her kararı oy birliğiyle alırlar. Eş güdüm içerisinde hareket ederek ve iş bölümü yaparak hayatta kalmaya çalışırlar. Sonra içlerinde en güçlü olan çocuk kendisini başkan ilan eder. Bir kesim çocuk tarafından bu kabul görür ve birliktelikten ayrılarak ayrı bir grup oluştururlar ve kural dışı bir yaşam sürmeye başlarlar


Kural dışılık çocukları öylesine çeker ki sayıları giderek artar. Giderek güçlenen bu çete düzenin yerini alır, derken kurallar ve oylama ortadan kalkar tek bir çocuğun emirlerini yerine getirmeye başlarlar. Ve sonunda iş vahşete ve katliama dönüşür. Kitap, insanların içinde doğuştan bir zalimin olduğunu hatta çocuk bile olsa gerekli ortam, şartlar ve imkan oluştuğunda bunun açığa çıktığını vurgular. Bir nevi yazının başında söylemiş olduğum ''Tüm insanlar zalimdir '' sözünü destekler kitap


Neyse efendim umarım ne demek istediğimi düzgün cümleler içinde, doğru kelimeleri ve örnekleri kullanarak aktarabilmişimdir. Katılırsınız katılmazsınız, ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır önemli değil. Sadece oyunu oynarken kafamdan geçenleri ve bana düşündürdüğü şeyleri paylaşmak istedim


Son olarak Obsidan'a kocaman bir alkış. Fallout New Vegas, Kotor II, Pillars of Eternity biraz daha eskilere gidersek NWN 2 ve özellikle onun için çıkan Mask of the Betrayer eklenti paketi gibi muhteşem oyunlara imza atmış firmadan bir baş yapıt daha... Tyranyy, benim en sevdiğim oyunlar arasında ilk 5 girdi diyebilirim. Hatta en sevdiğim oyun Vampire Masquerade Bloodlines hemen ardından ikinci sıraya bile koyabilirim


Ama bu oyun maalesef herkese göre değil. Eğer binlerce saatinizi crpg oyunlarında geçirmiş veteran bir oyuncu değilseniz bu oyun size ağır kaçabilir. Bu oyun yerine daha action oriented crpg olan Divinity Original Sin, Baldur gate ve Wasteland serisi gibi oyunlara yönelebilirsiniz. Tyranny, dialogue heavy bir crpg oyunu ve yazım kalitesi de bir edebi esere eş değer diyebilirim. İleri derece bir ingilizce gerektirdiği gibi aynı zamanda yazım ve anlatım dili ağır bir romanı okur gibi dikkatli ve özenli bir okuma yapmanızı gerektiriyor


Yani nokta, virgül gibi işaretlerde gerekli olan es leri vermeli, ünlem, soru gibi işaretlere dikkat ederek sevinç, acı, korku, şaşma gibi duyguları yakalamanız lazım yoksa anlatı'nın tüm nüans'larını kaçırırsınız. Gelgeç ve üstünkörü okumalar yaparak bu oyunu oynarsanız pek bir şey anlamaz ve keyif de almazsınız

Bu oyun hakkında yazmak istediğim çok şey var ama Steam'ın incelemeler için koyduğu karakter limitine takılmak üzereyim, bu yüzden burada şak diye kesiyor okuyan herkese teşekkür ediyorum
Posted 10 October, 2022. Last edited 12 October, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
71 people found this review helpful
7 people found this review funny
2
2
148.4 hrs on record (43.3 hrs at review time)
-- Nesini Söyleyim Canım Efendim, Niko Candır Can --

Benim için bu kararı vermek hiç kolay olmadı, hatta çok zorlandım diyebilirim. Aslında bunun nedenini anlayabiliyorum ve kendime bu konuda hak veriyorum. Çünkü bu güne kadar o veya bu nedenden dolayı kendi memleketimden ayrılmayı hiç düşünmedim. Ülkemi, insanlarını, kısaca her şeyini, iyisiyle kötüsüyle çok seviyorum. Ama kısa bir sürede olsa ayrılmam ve Nico Bellic' e eşlik etmem, onu gurbet ellerde yalnız bırakmamak gerekiyor. İşte GTA 4 maceram, Niko Bellic'i yakından tanıma fırsatım ve Lİbert City yolculuğum böyle başladı.


Nico Bellic bize çok da uzak olmayan bir coğrafyanın insanı. Balkanların bağrından kopan yağız bir delikanlı o ...Sizin gibi, benim gibi köy çocuğu, köylü çocuğu... Geçmişi yoksullukla, dramla ve gizlerle dolu. Hani '' Bir dokun bin ah İşit diye '' bir söz vardır ya.. İste Niko öyle biri... Ama ağzından laf almak mı, hak getire. Bosna savaşı sırasında yaşadıklarını, yaptıklarını çok fazla anlatmasada bazen tutamıyor kendini, dokuluyor ağzından bir kaç cümle. İşte o zaman anlıyorsunuz...Hataları, pişmanlıkları, günahları, geride bırakmış olduğu hala kapanmayı bekleyen defterleri olduğunu..


Belki de buraya, yani Libertyi City'ye o defterlerden birini kapatmak için geldi. Belki de savaşın onda bıraktığı derin yaraları sarmak ve unutmak için. Belki de işlediği günahlardan, suçlardan kaçmak için. Belki de Kuzeni Roman'ın Liberty City'den ona yıllar boyunca gönderdiği mektuplarda yazdığı; yaşamış olduğu harika hayat, sahip olduğu spor arabalar, muhteşem villasında verdiği partiler gibi, o tatlı ve pembe yalanlara kandı


Bugüne kadar hiç bir oyun karakterini bu kadar sevmemiştim. Her şeyi ile capcanlı, hayat dolu ve gerçek. Öylesine bizden biri ki, sanki onun yaşama dair verdiği tepkilerde, hal hareketlerinde, mahallemizdeki Ahmet abiyi yada amca oğlunuz Hasanı veya yakın bir arkadaşınız Mustafa'dan bir şeyler buluyorsunuz. Yani bu toprağın insanı, Anadolu insanı, bizden biri gibi


Libertyi City'ye Nikoyla birlikte ilk adımınızı attığınız andan itibaren büyük bir yabancılık, yalnızlık hissediyorsunuz. Bir sokağa döndüğünde karşınıza ne çıkacağını bilmemek, yolda bir tanıdığınıza denk gelmemek, susadığınızda içebileceğin bir tane çeşme bulamamak, en önemlisi de sevgilinizin dudaklarına, dudaklarınız ilk kez değdiği yeri arıyor gözleriniz


Ama yavaş yavaş ve zamanla Nikoyla birlikte bu şehre alışıyor ve ayak uyduruyorsunuz. Onun kurallarına göre oynuyor, yavaş yavaş ona hükmetmeye başlıyorsunuz. Yeri geliyor racon kesiyor, yeri geliyor hiç bir lafın altında kalmıyor, gerekli yerde gerekli cevabı veriyorsunuz. Hele ki biri...Bir sevdiğinize ya da kuzeniniz romana büyük bir yanlış mı yaptı. Vay onun haline...Tıpkı Anodolu insanı gibi '' Ne İskender takmışım ben. Ne şah. Ne sultan '' diyor, her kim olursa olsun hiç çekinmeden kafasına sıkıyorsunuz.

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2846219586


Bazen onun içindeki çocuğu veya yaşayamadığı çocukluğu görüyorsunuz, kız arkadaşıyla çıktığı ilk randevuda onu lunapark götürmek istemesinden. Bazen yaptıkları ne kadar kötü olursa olsun ahlaklı ve erdemli duruşundan ödün vermediğini görüyorsunuz, kimseyi arkasından silah çekmeyerek, yetime, yoksuluğa, masuma dokunmadığını görerek. Onunla birlikte vakit geçirdikçe, onu anlamaya başlıyor ve onu bu hale getiren dünyaya lanet okuyorsunuz


Bazen de ah keşke, oyun bize Nikoyla birlikte bir rakı sofrası kurmamıza izin verse, iki çift lafın belini kırsak dertleşsek diyorsunuz. İstiyorsunuz ki, Niko bir saz alsın eline bir gurbet türküsü söylese ve beraber efkarlansak diyorsunuz. Nede olsa o gurbette, sizde onunla birlikte gurbette...


Biliyorum Niko, Anlatacak çok derdin var. Belki de susmanın nedeni ''Anlatmam derdimi dertsiz insana. Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez '' diyorsun. Ama inan bende senin kadar dertliyim be Niko. İnan seni anlarım. Madem sen türkü söylemiyor ve içini dökmüyorsun, o zaman ben sana bir türkü hediye edeyim. Belki bu türküyü dinleyince bana içini dökersin be dostum. ( Bu türkü bu incelemeyi okuyan ve dert sahibi tüm arakadaşlarıma da gelsin )

https://www.youtube.com/watch?v=85A0N1EqHbw

Niko'yu sayfalar dolusu anlatabilirim ama ne anlatırsam anlatayım onunla tanıştığınız ve omuz omuza verdiğiniz an, inanın çok daha fazlasını anlayacaksınız. Niko Bellic ne kadar konuşulmayı hak ediyorsa Libert City ve oyunda tanışacağınız karakterler içinde aynı şey geçerli diyebilirim


İnsanları, mekanları, güzellikleri ve çirkinlikleri ile, gecesi gündüzüyle yaşayan ve ruhu olan bir şehir Liberty City...Bu şehri keşfettikçe ve siz ona gönlünüzü açtıkça o da gönlünü açacak size. Şehirler bir romandır, onu yaşayanlar ise bir okur misali, siz onu okudukça her sokağında her mahallesinde ayrı macera yaşayacak, uzun yıllar unutamayacağınız anılar ve hatıralar biriktireceksiniz


Bu şehri güzel ve unutulmaz yapan şeylerden biride oyunda karşılaşacağınız karakterler. Ya kardeşim bir oyundaki cast bu kadar mı renkli, akılda kalıcı ve kaliteli olur. Benim diyen oscarlık filme taş çıkartır bu oyun.. Kimisine dostum diyecek aynı yolda yürüyeceksiniz. Kimisinden ihanet görüp hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Kimisinden şüphe duyup eliniz belinizde bekleyeceksiniz. Kimisine gönlünüz kayacak onunla birlikte hayaller kuracaksınız.


Ama tüm bu güzelliklere rağmen şunu unutmayın, bu alem naif insanlara göre bir yer değil. Testosteron seviyesi yüksek sert adamların dünyası burası. Her yerinden her anlamda buram buram lust kokusu alıyorsunuz. Fazlasıyla cinsel içerik, küfür ve şiddet var bu oyunda. Yeri geliyor şöyle cümleler duyabiliyorsunuz '' Some morality ♥♥♥♥ who takes photos of guys in the shower at gym and then jack off on his wife's face '' ve dolasıyla bol bol çarpık ilişkilere tanıklık edebiliyorsunuz.


Tüm bu sert ve argo diline rağmen, benim bu güne kadar oyunlarda gördüğüm en iyi yazım kalitesine sahip bu oyun. Bir oyunda diyaloglar bu kadar ustalıkla yazılır bu kadar keyifli mi olur. Hiç bir cümle öylesine, iş olsun diye yazılmamış. Her bir cümlenin hikayeye katkısı ve karakterlere kattığı bir değer var. Bundan dolayı her ne zaman biri konuşmaya başlasa pürdikkat dinlemeye başlıyor hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorsunuz

Artık yavaş yavaş bu incelemeyi toparlamam gerek yoksa yine Steam'ın incelemeler için koyduğu karakter limitine takılıp, incelemeyi kısaltmak için yarım saat uğraşmak zorunda kalacağım. Can dostum Niko'ya bir veda mektubuyla bu incelemeyi bitiriyor okuyan herkese şimdiden teşekkür ediyorum.

Niko dostum artık sana veda etmenin zamanı geldi, maalesef ayrılıklar kaçınılmaz çoğu zaman. Seninle birlikte günler, geceler geçirdim. Acı tatlı bir çok anımız oldu. Biliyormusun Niko... Sana bir şey itiraf etmek istiyorum... Sevdim seni be dostum , hem de çok sevdim. Umarım sen de beni sevmişsindir.

Sende biliyorsun her zaman sana yakışan şekilde oynadım bu oyunu. Hiç bir zaman eğlence olsun diye arabayla onu bunu ezmedim. Polise dalaşıp iş olsun diye ateş etmedim. Araba kullanırken kaza yapmaktan, yayalara çarpmaktan hep kaçındım ve yeri geldi bundan dolayı dakikalarca trafikte bekledim. GTA oyunlarının en büyük eğlencesi kabul edilen şehirde terör estirip hızla altı yıldıza çıkmak ve polisten kaçarak hayata kalmaya çalışmak gibi saçmalıklara hiç bulaşmadım.


Yanı anlayacağın oyunun atmosferini absürtleştirip senin hikayeni sulandırmadım ve senin hak ettiğin değeri hep verdim. Hiç belli olmaz belki bir gün yine karşılaşırız. Nede olsa dünya küçük biliyorsun. Hatta duydum ki Rockstar altıncı oyunu yapıyormuş, belki de senle olan dostluğumuza orada devam ederiz. Kim bilir... Elveda Anadolu'nun yiğit, mert insanı görüşmek dileğiyle..

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2848243981

( Arkadaşlar oyunu oynadıysanız Niko Bellic hakkında ne düşünüyorsunuz çok merak ediyorum. Bir ben mi çok sevdim bu adamı. Birde GTA 6 da, Niko nun hikayesinin devam etme olasılığı hakkında bir ön görünüz veya bilginiz var mı )
Posted 13 August, 2022. Last edited 15 August, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
51 people found this review helpful
2 people found this review funny
2
181.6 hrs on record
- H+ -

Geri planda çalan bir müzik, bilgisayarımın monitöründe akan yüzlerce isim, içimde bir hüzün, tüylerim diken diken ekrandaki oyunun son sahnesi olan credits bölümüne öylece bakıyorum... Ve biliyorum ki; Deus Ex: Human Revolution bitirdikten sonra... Artık eski ben, ben değilim

Hani bazı rüyalar vardır, sabah o rüyanın etkisinde yataktan kalkarsınız; etkisi bütün gün sürer. Nedense gün boyunca kendinize gelemez ve bir türlü hayatın ritmini, temposunu yakalayamaz ve kafası sarhoş biri gibi; bir o tarafa, bir bu tarafa savrula savrula gününüzü geçirirsiniz ya..

Veya hayatınızda yaşadığınız bir olay, bir durum ya da bir kırılma noktası sizi öylesine derinden etkiler ve sarsar ki, bir anda sizde büyük bir değişime neden olacak bir farkındalık noktasına getirir, ve artık ondan sonra... Sizin için hiç bir şey eskisi gibi olmaz ya... İşte deus ex human revolution sizde bıraktığı impact, elevation, transcendence..


Human Revolution transhumanism felsefesini ve onun sosyal sınıflar üzerindeki etkilerini irdeleyen bir oyun ve geleceğe tutulan bir projeksiyon. İnsanın fiziksel ve zihinsel kapasitesini biyolojik sınırlarının ötesine geçirmek, yaşlanma ve hastalık gibi istenmeyen olguları engellemek ve bu doğrultuda bilim ve teknolojiyi sonuna kadar kullanmak, yani kısaca ifade etmek gerekirse mükemmellik ve ölümsüz bir yaşamın arayışı transhumanism... Kısaca (H+) sembolü ile ifade edilen bir kavram. Buradaki H human, yani insanı, plus yani + ise iyileştirmeyi veya oyun jargonuyla ifade etmem gerekiyorsa bir Level-up ifade ediyor


Oyununun ana teması yukarıda kendimce tanımını yaptığım transhumanism ve onun etrafında dönen komplo teoriler ve mega şirketlerin kontrolü üzerine kurulu. Oyunun geçtiği dünya kapitalist bir ütopya. Burada ki güç odakları proxies (yani aparatlar) ve yalanları kullanarak insanları ve toplumu kendi istekleri doğrultusunda manipüle edip yönlendiriyor


Tükettiğimiz tüm mallar ve metalar, abonesi olduğumuz tüm servisler, sosyal, yazılı, görsel medya, reklamlar; belli bir ideolojinin bize arzu edilebilir bir şey olduğuna inandırarak gerçeklik algımızla oynuyor ve bir nevi bizi köleliştirme araçları olarak kullanılıyor. ( Aslında tüm bu söylediklerim eminim ki sizin de fark ettiğiniz gibi, şu an yaşamış olduğumuz durumlardan çok farklı şeyler değil )


Oyunu oynadığımız karakter olan Adem Jensen ve oyunu oynayan biz, yaşadığımız olaylar neticesinde bu gerçeklerin farkına vararak transhumanismin geldiği noktayı sorgulamak ve ona karşıtlık ifadesi olarak “I never asked for this” cümlesini kuruyoruz ve Adam Jensen ile birlikte duygudaşlık sergiliyoruz

( Oyunun hikayesini katkı sağlayan görsel bir betimleme )
https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2067442225

Oyunu oynadığım süre zarfında aklımda bir sürü sorular uçuştu durdu. İnsanlık tarihinin her döneminde oyunda tasvir edilen bu mükemmellik ve ölümsüz yaşamın arayışı, bu dünyada yer sahibi , güç sahibi olmak ve bu uğurda yaptığımız amansız mücadele hep vardı. Peki ama tüm bunlar neden ve ne için ?

Bedenimiz ve bu dünya, ruhlarımızın tutsak olduğu geçici bir hapishane değil mi ? Hepsinin bir sonu yok mu ? İstesekte istemesekte gerçek ve baki olan ruhumuz, esaretinde olduğumuz bu bedenden ve dünyadan koparak ebediyete yol almayacak mı ? Neden aklımızı sadece bedenimizi tatmin etmek ve onun isteklerini yerini getirmek için ve bu dünya da daha fazla kalmak ve onun nimetlerinden faydalanmak için kullanıyoruz ?


Aslında bunun cevabını kendi bilgim ve inancım ışığında buldum ve şöyle açıklayabilirim. İnsan aklı iki türlüdür akl-ı maaş, akl-ı maad, yani dünya aklı, ebedi hayat aklı. Akl-ı maaş ve akl-ı maad sözcükleri, beynin fiziksel yapısı ile ilgili değil, nasıl kullanıldığını veya kullanıldığı alanı göstermeye yönelik kavramlardır. Maaş kelimesi, dünya hayatının idamesi ile ilgilidir. Maad kelimesi ise ölümden sonraki yaşamı gösteren bir sözcüktür


Bütün amacı dünya nimetlerinden faydalanmak, dünyadaki hazları elde etmek, dünyada mal-mülk, makam-mevki, ün-şöhret sahibi olmak için aklını kullanan bir kimsenin bu aklına “akl-ı maaş” denilir. Bunun aksine , bütün maksadı ebedi hayat mutluluğunu kazanmak için gayret sarf eden ve aklını bu yolda kullanan kimsenin aklına “akl-ı maad” denilir


İnsan aklı doğru kullanıldığında fıtratına uygun asıl amacına ulaşır, bunun için her iki aklımızı dengede tutmak ve bir tarafa fazla savrulmamamız gerekir. Günümüzde maalesef bende dahil büyük çoğunluğumuzda maaş aklı hüküm sürmektedir. Bizlere bu daha kolay ve daha tatlı gelmektedir çünkü dünya da elde ettiğimiz kazanımlar bize peşin sunulan şeylerdir ve sabretmemiz beklememiz gerekmemektedir. Çünkü Maaş aklı, sadece yeme-içme, zevk-sefa,vb aklıdır. Nefsin egemen olduğu hayvani akıl olarak da söylenebilir

Belkide bu bağlamda insanlarla hayvanları ayıran en temel özellik bizlerin “akl-ı maad” sahibi olmamızdır. Çünkü hayvanlar başta olmak üzere yaşayan her varlıkta dünya yaşamında gerekli olan “akl-ı maaş” vardır ama “akl-ı maad” insana özeldir. Günümüz dünyasında hatta dünya tarihini her döneminde “akl-ı maad” yetisini kaybeden hayvandan farkı olmayan vahşileşen insanlar görmedik mi ?

Sanırım insanlık olarak bizlerin “akl-ı maad” özelliğimizi daha çok kullanmamız ve yönümüzü ağırlıklı olarak bu yöne çevirmeliyiz. Aslında sadece bu özelliğimizi kullanarak H+ bir insan olabiliriz ve gerçek Human Revolution gerçekleştirebiliriz. Diğer bir deyişle Human Revolution demek gözlerimizi ve aklımızı daha fazla açıp dünyevi bedensel arzularımızın ve endişelerimizin ötesine bakmak, daha derin, daha geniş ve anlamlı bir şey için çabalamak ve kendimizi bu doğrultuda adamaktır


Biliyorum hatta eminim diyebilirim, bu yazıyı okuyan bazı insanlar '' bu sadece bir oyun incelemesi, bu çocuk ne anlatıyor ve neyin kafasını yaşıyor ' diyebilir. Ama beni bilenler bilir; ben oyunların eğlence ve oynanış kısmından daha çok siz de yarattığı hissiyat, anlatısında yer alan alt metinlerdeki detaylar ve anlamları ve bunları gerçek hayatla, kendimle ilişkilendirerek bana düşündürdüğü şeyleri sizlerle paylaşmayı seviyorum. Çok beğeni alsın ilgi görsün diye yazmıyorum çünkü öyle dertlerim yok. İllaki oyunları farklı bir perspektif den oynayın birileri vardır onlara ulaşsın yeter


Neyse arkadaşlar sanırım artık bu yazıyı bitirmem gerek. Son olarak oyunda yaşayacağınız sizi şaşırtan, heyecanlandıran, nefes kesen high point anlarından sadece bir kaç tanesini spoiler vermeden bahsetmek istiyorum

Özel eğitimli, ağır silahlarla donatılmış paralı askerlerin Alice Garden Pods'a yaptıkları baskın ve onlarla yaşadığınız köşe kapmaca. Sniper tüfeğiyle yerinizi fazla belli etmeden onlara headshot atarak ve tek tek avlayarak oradan kaçmanız

Picus TV binasında Eliza Cassan'la karşılaşmanız ve size yaşattığı şaşkınlık ve gösterdiği emotional yaklaşım

Rifleman Bank Station adındaki military base sızmanız orada saklı olan sır ve Hyron Projesi. Netanya Keitner, Garvin Quinn gibi enteresan karakterler ve onları hikayesi. Eğer araştırmayı seven biriyseniz yine orada bulacağınız altın kaplamalı özel yapım magnum revolver silahı

Oyun bittikten sonra Adem Jensen'nın geri planda çalan müzik ve gösterilen video eşliğinde yaptığı konuşma

Kendinizi James Bond gibi hissettiğiniz yüksek korumaya sahip, laser detection sistemleri ve surveillance kameralarının yer aldığı mekanlarda yaşadığınız heyecan. ( Ekran görüntüsü hemen paylaşayım )

https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2063533854

Sanırım artık yeter. Sabah olmak üzere, günün yorgunluğu ile birlikte uykum geldi ve yazmaktan yoruldum. Umarım siz okurken yorulmaz ve sıkılmazsınız. Okuyan herkese teşekkür ediyor ve sizlere bir temennide bulanarak bitiriyorum. Umarım bir gün herkes kendi doğruları ve inançları içinde kendi ''revolution''nı gerçekleştirebilir.

( Her dinlediğiniz de farklı şeyler hissettiren yazının ilk cümlesinde bahsettiğim o enfes parça )
https://www.youtube.com/watch?v=402asYLG_b0&list=PLF8723BAE6F2F1B10&index=2
Posted 28 July, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
54 people found this review helpful
2 people found this review funny
2
19.6 hrs on record
-----I AM NOT AN WRENCH. I'M A HUMAN-----



Allahım ben bu oyunu oynamaya kıyamıyorum. Gerçekten şu an çok şaşkınım, çünkü ben Deus Ex: Mankind Divided 'ın bu kadar özenle, aşkla, tutkuyla ve itinayla yapıldığını ve bu kadar iyi bir oyun olduğunu hiç tahmin etmiyordum. Oyun ilk çıktığı zaman hakkında bir sürü olumsuz yorum ve inceleme okumuştum, bu yüzden beklentilerim çok düşüktü. Hatta bundan dolayı bugüne kadar oyunu oynamayı hep öteledim durdum.


Oyunun henüz introduction bölümünü ve ilk chapter'ın bir kısmını oynamama rağmen oynama sürem tam 18 saati bulmuş. Bunun nedeni oyunun her karesi ince ince, ilmik ilmik dokunarak ve büyük bir işçilik harcanarak titizlikle işlenmiş ve hazırlanmış. Hani el emeği göz nuru derler ya, tam ondan işte...Baktığınız her yer, girdiğiniz her mekan, kullanılan backgronud materyalleri ve dekorlarıyla size bir şeyler anlatıyor.


En çok sevdiğim şeylerden biridir oyunun dünyasını keşfetmek. Bu bağlamda her şeye, her yere, her objeye, her bir detaya bakarım ve gördüğüm her şeyden oyunun dünyasıyla ve hikayesi ile ilgili anlam çıkarmaya çalışır ve bundan büyük bir keyif alırım. Yani oyunlardaki enviromental storytelling olayına çok seven biriyim ve detay kovalamaya bayılırım.


Bununla ilgili bir kaç örnek vermek istiyorum. Oyunun geçtiği şehir de dolaşırken hemen hemen her yerde yer alan reklam panolarında intihar eden insanların görselleri kullanılarak ve hemen altına '' There is a better solution '' sloganı yazılarak antidepresan reklamları görüyorsunuz. Bu bize oyunun dünyasın da intihar olaylarının çok yaygın olduğunu bu dünyayı şekillendiren ve her yerde parmakları olan büyük şirketlerin insanları ne hale getirdiklerini ve daha sonra yaratıkları durum üzerinden yüzsüzce ve acımasızca ilaç pazarladıklarını düşündürüyor..
https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2832105738


Diğer bir örnek ise Deus ex oyunlarını oynayanlar bilerler. Oyunun isminden de anlaşılacağı gibi ( Mankind Divided ). Burada insanlar ikiye bölünmüş durumda Naturals yani normal insanlar ve diğer tarafta ise Augmented insanlar ( kısaca Augs ), yani vücutlarında metal protez implantlar takan, yarı insan yarı makina diyebileceğimiz insanlar.

Bir Augs karakter olarak şehirde gezerken insanların bana '' clank '' ( metalin çıkardığı ses, madeni ses, yani tangırtı, şıngırtı ) ya da '' wrench '' (ayarlı anahtar yani ingiliz anahtarı ) olarak hitap ettiklerini fark ettim. İlk başta buna anlam veremedim ve üstünde durmadım, ta ki şehrin duvarlarına Augs insanların bu duruma tepki olarak yazmış olduğu duvar yazılarını fark edinceye kadar. '' A wrench is a tool not a human being '' , '' Machines don't bleed Augmented do ! ''
https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2832105606


Diğer bir örnek ise, Metro istasyonlarının girişi, Naturals ve Augs olmak üzere iki bölüme ayrılmış durumda, Augs tarafında insanlara zorluk çıkarıldığı ve bekletildiği için uzun kuyruklar oluşmuş durumda, diğer Naturals kısmında ise, insanlar hiç bekletilmeden geçebildikleri için hiç sıra oluşmadığını fark ediyorsunuz. Buna benzer diğer bir örnek ise, eğer bir cafe ye gidip kahve içmek isterseniz tüm masaların '' Reserved for Naturals only '' diye sadece Naturals insanlara ayrıldığını görüyorsunuz.
https://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=2832105697

Bu bana nazi almanyası'nda yahudilere uygulanan discrimation hatırlattı. Orada da insanların gittiği mekanlara '' köpekler ve yahudiler giremez '' diye tabelalar asılırdı ve yahudilere '' clank ve wrench '' tarzı derogatory isimlerle ve sıfatlarla hitap edilirdi. Oyunun böyle çevresel betimlemeler yapması gerçekten yaşayan ve var olan bir dünyada vakit geçirdiğinizi ve sizi soktuğu durumların gerçek olduğuna size inandırıyor.


Birde oyunu her yerini keşfederek oynarsınız eğer, insanların oturdukları dairelerin içinde veya belli başlı mekanlar da, insanların kullandığı bilgisayarları hackleyip, e-mail'larına ve kişisel bilgilerine ulaşarak bu şehirde yaşayan insanların sorunlarını, çektiği zorlukları ve ilişkilerini öğrenip oyunun dünyasıyla ilgili çok farklı detaylara ve durumlara tanıklık edebiliyorsunuz.

Yukarıda anlattıklarım, çevreyi iyi gözlemlerseniz ve detaylara iyi dikkat edersiniz yakalayabileceğiniz onlarca örnekten sadece bir kaçı. Oyunu henüz oynamayan bir çok kişi olduğunu düşündüğüm ve spoiler sınırını geçmemek için sadece basit olanlarını anlatmak istedim. İnanın oyunda yapılacak ve anlatılacak çok şey var.


Oyundaki bu detay seviyesi ve enviromental storytelling durumu sizi gerçek hayattan koparıyor ve tüm varlığınızla kendinizi oyunun dünyasına kaptırıyorsun. Oyunun size çizdiği çerçeve içinde düşünmeye başlıyor ve oyunun size tanımladığı kimliği benimsiyor, kabulleniyor ve oyunda yaşadığınız durumlara sanki oradaymış ve her şey gerçekmiş gibi kendi içinizde tepkiler vermeye ve yorumlarda bulunmaya başlıyorsunuz.


Hani yazının başında demiştim ya ben bu oyunu oynamaya kıyamıyorum diye... İşte tam da öyle oldu ve oyunu oynamayı bıraktım. Ama şimdilik.. Bu oyunun sunmuş olduğu potansiyeli ve orada olma hissiyatını tam yaşamak için ilk oyunu tekrar oynamaya karar verdim çünkü Deus Ex: Mankind Divided ilk oyunun direk devamı ve ilk oyundaki olaylara bir çok referanslar içeriyor.


Neyse efendim... Biliyorum başınızı ağrıttım ama bu kadar özenle yapılmış bir oyun hakkında konuşmadan ve içimi dökmeden edemedim. Hala bu seriyi oynamadıysanız daha fazla vakit kaybetmeyin. Oyunu oynayan arkadaşlarımın bu oyun hakkında düşüncelerini de merak ediyorum açıkçası. Bilmiyorum neden ama neden bir çok insan bu oyunun sığ ve yetersiz olduğunu, oyunun çok kısa ve yapacak çok fazla şey olmadığını söylemiş, oyunun ilk bölümünde bile 15 saat vakit harcayan biri olarak buna da bir anlam veremiyorum. Sanırım ya bende, ya da diğer arkadaşlarda bir tuhaflık var. Ya ben oyunlardan bir şey anlamıyorum, ya da onlar.. Şİmdiden okuyan herkese teşekkür ediyorum. Herkese bol oyunlu günler diliyorum.


He bu arada sırf bu oyunu yapan adamlar yaptı diye, çok ilgimi çekmeyen Marvel's Guardians of the Galaxy oyununu satın aldım. Anlayın artık o kadar sevdim oyunu. Birde merak ettiğim bir konu var. Deus Ex: Mankind Divided yapan adamlar şu an hangi oyun üzerinde çalışıyor bilgisi olan varsa ve paylaşırsa sevinirim. Son olarak sanırım Deus Ex serisi üçleme olarak planlanmıştı. Üçüncü oyun yapılıyor mu, durumu nedir bilgisi olan varsa onuda paylaşırsa sevinirim. He son olarak bu oyun kalitesinde ve tarzında oyun tavsiyesi.... Yok galiba ben bu yazıyı sonlandıramayacağım en iyisi yazmayı noktalayıp, kendi kendime konuşmaya devam etmek........................zzz


Not : Oyunu yukarıda söylediğim nedenlerden dolayı henüz çok az bir kısmını oynadım ama yine yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı 18 saat gibi çok fazla zaman geçirdim. Oyunun tamamen bitirdikten sonra ( sanırım bir 200 saat oynarım ben bu oyun ) bu yazıya ilaveler yaparak revize etmeyi planlıyorum çünkü bu oyun adamı bülbül gibi şakıtıyor. Umarım bu yazı sizi bu seriyi oynamaya ikna etmiştir. Okuyan herkese tekrar tşkler.
Posted 7 July, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
< 1  2  3 >
Showing 1-10 of 30 entries