27
Products
reviewed
2312
Products
in account

Recent reviews by Howlett

< 1  2  3 >
Showing 1-10 of 27 entries
28 people found this review helpful
2
21
17.1 hrs on record (17.1 hrs at review time)
"Horde Shooter" türünün yaratıcısı Vampire Survivors... 2022 yılının en iyi çıkış yapan, en başarılı indie'si. Küçücük bir ekibin çok basit bir oynanışa kocaman bir oyun sığdırması, "simple game design" dediğimiz kavramı en çok kavrayan developerlardan birisi olduklarını kanıtlıyor. Çıkışı sonrası steam üzerinde tonla klonunun bulunması, oynarken zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmeyen yapısı ve Bafta tarafından "Game of the Year" seçilmesi ile de başarısını kanıtlar nitelikte.

Oyunda tek yaptığımız üzerimize doğru gelen koca bir horde'a karşı savaşıp hayatta kalmaya çalışmak. Tabii savaşma işini biz yapmıyoruz. Onu karakterimiz otomatik olarak yapıyor. Bizim tek yaptığımız ileri, geri, sağa veya sola doğru hareket etmek. Bu kadar... Tamamen kaçarak oynamamak oyunun en kilit noktalarından birisi. Çünkü güçlenmek için düşmanlarımızı öldürdükçe düşen kristalleri toplayarak seviye atlıyor, seviye atladıkça oyunun bizim önümüze sunduğu yeni silahları veya güçleri ediniyoruz. Bunları oyun rastgele önümüze sunuyor ve seçimlerimiz doğrultusunda bir build oluşturmuş oluyoruz. Oyunun bu kısmında bir çok farklı build yapmak ve bunları birbirleri ile eşleştirerek evolve etmek mümkün. Belirli silahlarla güçler birleşince ortaya çok farklı kombolar çıkartabiliyoruz. Oyunun bu kısmında da tekrar tekrar farklı buildler ile deneme kısmı, oyunun oynama süresini epey bir arttırıyor. Oynanışa, haddini aşacak seviyede bir çeşitlilik sağlıyor. Bu öyle bir iki kere girip kapatılan, bir daha asla yüzüne bakılmayan oyunlardan değil. Arada bir girip bir iki run atıp çıkılan oyunlardan. "Ne oynayayım?" dediğiniz zaman kafanızın bir köşesinde sürekli "Bana gir" (Thats what she said) diyen bir oyun. Bilgisayarınızdan asla silmediğiniz, bir köşede sürekli yüklü duran, 50+ saati gömdüğünüz, başarım peşinde koştuğunuz o oyunlardan.

Vampire Survivors'ın oynanışındaki bu RPG elementleri dışında aynı zamanda bir rogue-like olması da oyunun ömrünü uzatan unsurlardan bir tanesi. Evet, her bir run sonrası kazandığımız altınlar ile store üzerinden kalıcı geliştirmeler edinebiliyor, farklı karakterler satın alabiliyoruz. Bu da farklı başlangıçları beraberinde getiriyor. Oyun içindeki kutu sistemi de oyuncuya "Acaba ne çıkacak?" dedirttiği için heyecanı ve oyunun temposunu arttırıyor. Arkamıza yaslanıp sadece sağa sola ileri geri gittiğimiz bir oyun için çok zekice konmuş bazı oyun içi tasarımlar bunlar sadece.

"Bir oyunu ne eğlenceli kılar? Oyun nasıl yapılır?" gibi soruların cevaplarını yalayıp yutmuş olan bu ekip, sadece küçücük bir bütçe ve çok kısıtlı bir oynanışla resmen sınırları zorlamış. Bu kadar basit yapılı olup da aynı zamanda bu kadar çeşitliliği içinde barındıran bir oyunla henüz karşılaşmadım desem yeridir. Game dizaynı karşısında şapka çıkarttığım ve çok saygı duyduğum Vampire Survivors, son yılların en başarılı, en bağımlılık yapıcı, en unique, en yaratıcı oyunlarından bir tanesi. Bu genre'da daha bir çok oyun göreceğiz anlaşılan. Yeni türümüz hayırlı olsun (:
Posted 22 November, 2022. Last edited 8 April, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
510 people found this review helpful
33 people found this review funny
12
8
4
3
3
17
96.0 hrs on record (22.0 hrs at review time)
Sanırım uzunca bir zamandan sonra ilk defa trend olan bir online oyun için "Helal olsun umarım daha büyük kitlelere ulaşırlar." cümlesini kurabiliyorum. Neden mi? Çünkü Fall Guys artık bayatlamış, adaya düştükten sonra silah bularak milleti öldürüp birinci olmaya çalışma oyunlarına farklı bir soluk getirmeyi başaran bir yapım. Hiç bir şekilde bölüm tasarımı ve oynanış derinliği barındırmayan son dönemlerin popüler battleroyale furyasına adeta bir tokat atan Fall Guys aslında birbirinin kopyası oyunların dışına da çıkılabileceğini ders gibi anlatıyor. Evet baktığınız zaman mantık Fall Guysda da aynı. Amaç sona kalmak. Fakat Fall Guys bunu 60 kişiden eleme maçları yapa yapa sona kalanları finale sokup birinciyi seçerek yapıyor. Ve bu da beraberinde oyuncuya bir sürü farklı oyun modunu tattırıyor.

Oyunumuz, bir Human Fall Flat kadar olmasa da kendi çapında fizik tabanlı bir oyun. Wipe Out yarışmasından fırlama parkur ve oyunlarıyla, tatlış bir görselliğe sahip şeker diyarındaki patates çocukları, çok basit ve adapte olması kolay oynanışı ile birleştiriyor. Bu sayede de gencinden yetişkinine herkese bir noktada hitap etmeyi başarıyor. Barındırdığı bir sürü farklı oyun moduyla da diğer battleroyale oyunlarının ulaşamayacağı bir seviyeye ulaşıyor. Oyuncuya hep aynı şeyler yaptırtarak onu sıkmıyor aksine önüne bir sürü farklı eğlenceli oyun ve parkur koyuyor. Basit oynanış mantığı ile de oyuncunun kısa zamanda oyuna adapte olmasını sağlıyor. Hemen maç bulmasından dolayı da tekrar tekrar denemeye müsait bir oyun oluyor.

Fall Guys'ın Olumsuz Yönleri Neler?
Aslında bu kısım tamamen benim kişisel fikirlerimle dolan bir kısım çünkü oyunun görünürde büyük bir sıkıntısı yok. Sadece bazen server problemleri veya bazı parkurlarda ufak tefek buglar ile karşılaşmak mümkün ama bunlar da her online oyunun zaten vazgeçilmez sorunları değil mi? Henüz yeni bir oyun olmasına rağmen bunların da sayıca az olduğunu ekleyebilirim. Fakat arada bir maçlarda hilecilere (uçan denyolara) rastlamak mümkün. Bu da bazen sona kadar kaldıktan sonra tatları kaçırabiliyor.
Kişisel olarak oyunun müziklerini pek beğenmedim bu yüzden müzikleri kapatıp oynuyorum. Tercih meselesi elbet ama oyunun aşırı şekerimsi görselliği de insanı acıktıran cinsten. Parlak rengarenk evreni de uzun oyunlarda hafif göz yorabiliyor.

Mediatonic'in Bu Saatten Sonra Neye Dikkat Etmesi Gerek?
Mediatonic'i bu üstün başarısından dolayı kutluyor bizi oyun bile diyemeyeceğimiz kalitesizlikteki yapımlardan kurtardığı için de teşekkür ediyoruz. Çok güzel bir kitle yakaladılar fakat bu oyun ancak kendini devamlı güncelleyip yenileyebilirse ayakta kalabilecek bir oyun. Yeni oyun modları, markalar ile sponsorluk, yeni parkurlar gerekiyor bu oyuna. Aksi takdirde 1 ay sonra For Honor'ın kaderini yaşayabilir. Artık her şeyin çok anlık geliştiği bir dünyada yaşıyoruz ve hiçbir şey kalıcı değil. Bu yüzden bu oyuna kesinlikle yenilik şart yoksa kendini çok çabuk tüketir.

Son olarak; hayatım boyunca oynadığım online oyunlar arasında en az sinirlenerek oynadığım oyun Fall Guys olabilir. Diğer platformlara göre de Steam fiyatını gayet uygun buluyor ve o fiyatı hakettiğini düşünüyorum. Ama tabi hala şu nesli tükenmeyen bağnaz, çizgifilm veya animasyon görselliğine sahip yapımların çocuklar için yapıldığını zanneden dünyadan bir haber olan insanlardansanız uzak durun. Siz kapalı ufak dünyanızda yaşamaya devam edebilirsiniz :)
Başarılarının devamını dilerim Mediatonic. Umarım fortnite, pubg seviyelerine ulaşan minnoş bir oyun olursun Fall Guys..
Posted 25 August, 2020. Last edited 5 September, 2020.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
73 people found this review helpful
2 people found this review funny
15.8 hrs on record
Far Cry serisine bir çok kişi gibi 3. oyun ile başlamış birisi olarak ilk iki oyun ile ilgili (özellikle 2. oyun) olumlu yorumlar alıyor hatta serinin en gerçekçi ve detay barındıran oyununun 2. oyun olduğunu sık sık işitiyordum. Yıllar sonra özellikle ilk oyuna dönmek beni birazcık korkutsa da bir merakla indirdim ve oynadım. Ama gördüm ki Far Cry hiç beklediğim gibi bir oyun değilmiş...

Öncelikle oyunun senaryo kısmından başlamak istiyorum. Daha oyunun açılış sinematiğinden oyunun senaryosunun laf olsun diye konulduğu zaten açıkça ortada. Oyun boyunca sinematik sayısı da epey bir az. Genel anlamda oyun boyunca da senaryo işlenişi vasat.
Aynı 3. oyundaki gibi paralı askerlerin kol gezdiği bir adaya düşen ana karakterimiz , gizemli bir adamın ona verdiği komutlar doğrultusunda adada nelerin döndüğünü öğrenip işin arka planındaki "kötü bilim" muhabbetinden kaynaklı olarak türeyen gizemleri araştırmaya koyulur. Karakterimiz bu işlere burnunu soktukça daha da batağın içine girer ve olaylar onun için artık hayatta kalma meselesidir.

Senaryodan çok bahsetmeye gerek yok. Malum bir çoğunuz Cryengine'in ne kadar mükemmel bir motor olduğunu biliyordur. Hatta bu öyle güzel bir motor ki 2004 yılında çıkmış olan bu oyunu bile 2020 yılında hala daha keyifle oynamama sebep oluyor. Bakın dile kolay 16 yıl geçti aradan. Günümüzde FPS oyunuyum diye dolaşan özellikle bazı multiplayer oyunlara taş çıkartır bu oyun. Silah kullanımı çok tatmin edici. Hem gizlilikte hem de combat anında silahların tepmesi , kullanım biçimi ve araç kullanımı, o yıllardaki bir oyun için hem gerçekçi hem de övünülesi seviyede güzel.
Ama bu oyun kesinlikle bildiğimiz Far Cry oyunlarından değil. Bu oyun sizi devamlı olarak gizliliğe iten bir aksiyon oyunu. Aslında bir nevi askeri gizlilik oyunu bu. İncelemenin başında oyunun beklediğim gibi çıkmadığını söyleme sebebim işte tam olarak bu. Oyunun neredeyse çeyreğine gelene kadar bu oyunu bir aksiyon oyunu olarak kabul etmiş birisi olarak oyunda devamlı olarak öldüm. Adeta bir Souls oyunu oynuyormuş gibi sürekli olarak çok saçma sapan yerlerde ölüp durdum. Bunun ana sebebi oyunun kesinlikle diğer Far Crylardaki gibi sıka sıka gitmenize izin vermemesi. Normal zorlukta bile düşmanların size verdiği hasar epey bir fazla. Kapıştığımız her düşmanın Deadshot kesildiği bu oyunda daha düşmanın nereden sıktığını bile anlamadan ölmeniz olası. Özellikle adada girdiğimiz kapışmalarda düşmanlar o kocaman otların çiçeklerin arasına öyle bir saklanıyor ki görülmesi imkansız oluyor. İşte tam olarak bu noktada da devreye düşmanları işaretlemeye yarayan dürbünümüz giriyor. Oyun sizden önce düşmanları işaretleyip sonra onları gizlice indirmenizi istiyor. Ve tüm bunları yaparken de otların arasında kamufle olmanızı , eğilerek veya yatarak ilerlemenizi istiyor. Bu kısımlar günümüzdeki Far Crylar ile aynı fakat tek büyük fark günümüzdeki Far Crylarda görülsek bile aksiyona girerek sıka sıka ilerleyebiliyorken bu oyunda bunu yaparsak tek göreceğimiz şeyin ölüm ekranı olması. Askeri gizlilik oyunu dememdeki ana sebep de işte bu. Tıpkı askeri gerçekçi shooterlarda olduğu gibi oyun sizden strateji kurarak ilerlemenizi istiyor. Yani yolo yok. Genel olarak sizi bu kadar gizliliğe iten bir oyunda sadece tek çeşit susturuculu silahın olması da bana birazcık garip geliyor doğrusu. Tamam belki göründükten sonra saklanacağımız onca yer var ama yine de susturuculu silahları kullanmayı seven birisi olarak bir kaç çeşit daha susturuculu silah görmek isterdim. Gizlilik oyunlarına çok yakışıyorlar çünkü.

Peki diğer Far Crylarda olduğu gibi düşman işaretle ve ilerle , aynısını defalarca yap konsepti bu oyunda da var mı?
Evet aslında var ama bu oyunun en büyük farkı açık dünya olmaması. Geniş bölgelere sahip lineer bir FPS bu. Bu noktada da devreye lineer oyunların olmazsa olmazı bölüm tasarımları giriyor. Adada geçmesine rağmen bu oyunda bir bölümde bataklıkta bir bölümde kapalı laboratuvarlarda bir başka bölümde ormanda , gemide , askeri üslerde , sahilde ...vs. Kısacası bölüm çeşitliliği anlamında güzel diyebileceğim seviyede. Bölümler genel olarak hep farklı bölgelerde geçiyor ve bu da o sığ oynanışa birazcık daha çeşitlilik katıyor. Oyunda herhangi bir bulmaca yok kullanılan araç sayısı da epey bir az , düşman çeşitliği konusunda da kısır bir oyun. Belirli yerlerde aralara birazcık boss fightlar serpiştirilmiş ama yetersiz , düşman çeşitliliğinin daha fazla olmasını beklerdim. Aynı tipte adamlar ve yaratıklar öldürüyorsunuz. Hatta tüm oyun boyunca kapıştığınız düşman tiplemesi 10 u geçmiyor desem yalan olmaz. Fakat bölümlerin ve genel anlamda oynanışın şöyle güzel bir artısı var. Kapalı bölgelerde ve açık bölgelerde düşmana yaklaşabileceğimiz bir çok farklı nokta var. Günümüz Far Cry oyunları neredeyse tamamen açık dünyada geçtiği için düşmanlara yaklaşma şeklini size bırakıyor evet fakat bu oyun kapalı mekanlarda bile farklı opsiyonlar koyarak o özgür yapısını korumayı rahatlıkla başarıyor. Kapalı mekanların çoğunda düşmanları daha iyi noktadan görüp avlayabileceğim farklı bölgeler ile karşılaştım ve oyunun bu özgürlüğü kapalı mekanlara taşıyabilmesini takdir ettim.

Peki ya yapay zeka o nasıl?
Valla açıkçası ben bu oyunun yapay zekasının dönemine göre iyi mi kötü mü olduğunu anlamadım. Bazen daha kaplamaların yüklenmediği hatta düşmanın yüklenmediği noktalardan kurşun yedim bazen de önünde olmama rağmen beni vuramayan düşmanlarla karşılaştım. Ama sanırım dönemi için bile yapay zekanın biraz vasat olduğunu companion görevlerinde anladım. Eşlik ettiğimiz karakter devamlı olarak sağa sola takıldı ve hatta bazen beni takip bile etmedi. Evet yapay zeka kesinlikle kötü ve aşırı sinir bozucu.

Bu oyun malum 2004 yapımı. Görsel anlamda patates mi yoksa hala gideri var mı?
Sonradan yüklenen doku paketleriyle gelişti mi bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim ; oyun içi görsellik sinematik görselliğinden bile iyi duruyor şuan için. :D Dokular , kaplamalar gayet kaliteli. 2004 değil de sanki 2010lu yıllarda çıkmış gibi. Zerre rahatsız olmadım oyunun görselliğinden. Atmosferik anlamda da ada ve genel olarak bölge tasarımları güzel. Özellikle bazı bölümlerde kendimi Jurassic Park'ın içindeymiş gibi hissettim. Kocaman kafesler , safari araçları ve içeriden gelen korkunç yaratık sesleri...

Son olarak oyunun gerçekten zor denilebilecek kadar da zor olduğunu tekrardan hatırlatayım. Özellikle düşmanların daha yüklenmedikleri mesafelerden hasar verebiliyor olmaları benim için hatrı sayılır bir eksi. Kusura bakmayın ama kabul edebileceğim bir olay değil. İnceleme boyunca hiç bahsetmediğim bir başka büyük eksisi de oyunun oynanış olarak yapısının staminaya dayanmamasına rağmen gereksiz bir stamina dolma süresi ve tüketme hızı barındırması. Stamina kontrol odaklı olan Souls oyunlarında bile bu kadar ağır dolmaz stamina. Neden peki bu oyunda böyle , gerçekten anlam veremedim.
Kabaca bu oyunu askeri FPS gizlilik severlere ve Far Cryların o meşhur ada konseptini sever kişilere kesinlikle öneriyorum. Yağ gibi akıyor hala oyun. Cryengine harika bir buluş ve uzunluk olarak epey bir bölüm barındıran bu oyunu oynanabilir kılıyor. Yine de aralıklarla oynadığımı , üst üste 2 saatten fazla oynamadığımı da belirteyim.
Posted 5 June, 2020. Last edited 5 June, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
86 people found this review helpful
2 people found this review funny
55.4 hrs on record
Batman Arkham serisinin oyun sektöründe ne kadar etkili mekaniklere sahip olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyorum. Rocksteady o kadar başarılı ve mantıklı bir combat sistemi getirdi ki bugün bir çok üretici firma bu combat sistemini ufacık değişiklikler ile kendi oyununa uyarlayabiliyor. Hatta köklü serilerde bile Arkham mekanikleri görebilmek mümkün. Mordor'a baktığımız zaman savaş mekaniklerinde Arkham serisinden , tırmanma mekaniklerinde ise Assassins Creed serisinden esinlenilmiş olduğunu görüyoruz. Peki bu iyi mi olmuş , kötü mü olmuş ? Shadow of Mordor , Orta Dünya evrenini ne kadar başarılı yansıtabilmiş ?

Öncelikle oyunun senaryosundan başlamak gerekirse , canlandırdığımız karakter Talion isminde eşi ve oğluyla beraber Black Gate de yaşayan bir Gondor muhafızıdır ( korucu ). Mordor'u asırlar öncesi savaşta kaybeden ve geri almak isteyen Sauron , ordularıyla Black Gate'e dayanmıştır. Sauron'un generali Kara El , Talion'un ailesini gözünün önünde kendisiyle beraber katletmiştir. Kara El'in amacı Celebrimbor ismindeki bir elfin güçlerini Sauron'un çıkarları doğrultusunda kullanmasıdır. Fakat Celebrimbor Talion'un ruhuyla birleşir ve onun ölümünü engeller. Celebrimbor gücünü Talion'a aktarmıştır. Ve Talion bu sayede intikamını Kara El'den ve onun 2 adet generalinden alabilecektir...

http://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=1145446680

İşte Shadow of Mordor'un senaryosu bu doğrultuda ilerleyip şekilleniyor. Oyunun senaryosunu eleştirmeden önce karakterlerine dönüp baktığımız zaman , gördüğümüz tablo maalesef çok vasat. Oyunda etkileşim halinde olduğumuz karakter sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor ve bu karakterlerde son derece sıradan , klişe karakterler. Talion dahil olmak üzere oyunda bahsetmeye değer bir karakterle karşılaştığımı söyleyemeyeceğim. "Işıkların Efendisi" DLC sini oynadıktan ve Celebrimbor'un anılarını izledikten sonra Celebrimbor'u Taliondan daha çok sevdim diyebilirim. Kısaca oyun , karakter sayı ve derinliği açısından fazla kısır. Karakterleri bir kenara bırakıp senaryoya odaklandığımızda da maalesef baştan sona tahmin edilebilir klişe bir intikam senaryosuyla karşı karşıya kalıyoruz.

Shadow of Mordor'un mekaniksel açıdan Arkham serisinden esinlenmesi beni ilk duyduğum andan itibaren bayağı heyecanlandırmıştı. Bu heyecanın yerinde olduğunu oyunu oynadığımda daha iyi anladım. Bu çok sevdiğim combat mekanikleri ile Orta Dünyada Uruk kesmek benim açımdan güzel bir deneyimdi. Zaten başarılı olan bu mekaniklere yapımcı firma daha çok mekanik ve skill ekleyerek oynanışı iyice zenginleştirmiş. Açık dünya aksiyon oyunlarında olduğu gibi bu oyunda da düz saldırarak , gizlice veya stratejik bir biçimde ilerleyebiliyoruz ( komutanları zehirlemek , ölüm tehdidi yollamak vs..). Savaş sırasında Celebrimbor'un içinde bulunduğu hayalet dünyasına geçiş yaparak slowmotionda ok atabiliyor , düşmanlarımızı işaretleyip kendi safımıza çekebiliyor , yakın mesafe hızlı bitirici vuruşları kullanabiliyor veya uzaktaki bir noktaya ışınlanıp bitirici vuruşlar ile Urukları öldürebiliyoruz. Bu oyuna özgü mekaniklerin yanı sıra tıpkı Arkham oyunlarında olduğu gibi farklı düşman tiplerine karşı farklı savaş stratejileri izleyebiliyoruz ( Kalkanlı , baltalı vs..).

Oyunun ilk başlarında alışmış olduğum mekaniklerden cesaret alarak Uruk kale ve kamplarına saldırdım. Fakat oyun belli geliştirmeleri almadan bu Urukların hepsini tek başıma öldüremeyeceğimi bana anlatmıştı. Mekaniksel açıdan Mordor'a benzer diğer oyunların aksine bu oyunda düşman sayısı bayağı bir fazla. Bir yere saldırmaya kalkıştığınızda etrafınızda 50 veya daha fazla Urukla karşılaşmanız ihtimal , ki Arkham oyunlarında bu rakam maksimum 50 olabiliyor. Bu açıdan oyunun gerçek bir savaş atmosferini yansıttığını söylemek isterim.

Tırmanma mekaniklerine şöyle bir baktığımız zaman zaten dediğim gibi Assassins Creed'in kullanmış olduğu mekanikler Mordorda da var. Fakat zaten Assassins Creed de bile beğenmediğim bu mekanikler bu oyunda iyice rezil olmuş. Karakterimiz tıpkı Assassins Creed'deki gibi istemediğimiz yerlere atlıyor veya birçok atlama ve tırmanma hareketlerine geç tepki veriyor. Tabi Mordor daha düz bir zeminde geçtiği ve bize fazla tımanılacak alan bırakmadığı için oyun bu açıdan kendi hatasını örtüyor.

Shadow of Mordor'u benim için diğer oyunlardan ayıran ve bu oyunu özgün kılan özelliği tabiki de ödüllü Nemesis sistemi... Nemesis sistemi sayesinde orta dünyada kendi kişisel ordunuzu yaratabiliyor , en büyük rakiplerinizin zaaflarını veya iyi oldukları yönleri öğrenebiliyor , kaptanların komutası altındaki savaşbeylerini bile komutanız altına alabiliyorsunuz. Oyunu oynadığım her dakika bu Nemesis sistemi ile uğraşarak oyundan keyif aldım diyebilirim. Özellikle oyunun her defasında farklı tipte düşmanları önüme sunması , farklı zayıflıkları olan düşmanları kolayca avlayabilmem oyunu benim açımdan ayrı bir keyifli kıldı.

Oyunun görev yapısı ve açık dünyasına baktığımız zaman malum pek parlak şeyler göremiyoruz. Oyunun ana görevleri haritada sarı renkte görünüyor ve sayıları sadece 20 tane. Ana görevlerden gidildiği taktirde oyunun süresi epey bir kısalıyor. Tıpkı Mad Max gibi. Bunun yanı sıra kırmızı renkte olan ara görevlerde oyunda epey bir mevcut. Bunlar bir savaşbeyi yada kaptanı avlama , komutamızdakilerin isyanına yardım etmek veya avcılıkla ilgili görevler oluyor. Ve maalesef bir süre sonra bu görevler kendini tekrar ediyor. Bunların yanı sıra oyunda silahımıza , yayımıza veya hançerimize rün dediğimiz oyun içi komutanlardan düşen ekstra özellikleri takabiliyoruz. Başlangıçta bayağı bir etkili görünse de sonlara doğru pek bir etkisini hissedemiyorsunuz.

Oyunun ışıklandırmasının ve kullanılan renk paletlerinin özellikle güneşli havalarda başarılı olduğunu söyleyebilirim. Ama tıpkı Mad Max deki gibi gece atmosferini pek başarılı bulamadım. Bunun yanı sıra kaplamalar ve grafikler çıkış yılına bakılırsa oldukça başarılı. Fakat atmosfere dönüp baktığımız zaman yine diğer Warner Bros oyunlarındaki gibi koca bir boşluk görüyoruz. Oyunun haritası çok boş , bölge sayısı fazla az ve hepsini geçtim oyundaki canlı çeşidi sayılı. Graug , Ghul ve Caragor dediğimiz sadece 3 çeşit canlı var. DLC lerde de bu aynı hayvanların isminin ve mekaniklerinin değiştirilmiş hali var sadece. Hepsini geçtim , oyundaki var olan insanların da nerede olduğunu merak ediyorum doğrusu. Tanıştığımız 3-4 karakter dışında oyunda Taliondan başka bir insan görememem sanki sadece Talion'un uruklar ile savaştığı izlenimini yaşattı bana. Bu koca dünyada karakter ve canlı çeşitliliğinin bu kadar az olması benim açımdan bir nebze hayalkırıklığı oldu. Daha dolu bir atmosfer ve daha dolu bir açıkdünya beklerdim.

http://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=1169046381

Toparlamak gerekirse , Shadow of Mordor oynanış açısından çeşitli ve zevkli bir oyun olmuş. Skilleri yeterli ve tatmin edici düzeyde. Nemesis sistemi ve branding ( düşman işaretleme ) , bu oyunu gerçekten zevkli ve özgün kılmış. Bunların yanı sıra urukların modelleme çeşitliliğini , savaş öncesi söyledikleri sözleri ve Talion'un savaşlardaki son şans mekaniğini de beğendiğimi söylemek isterim. Ama senaryo , karakterler , olay örgüsü , görev yapısı ve açıkdünya unsurunun yetersizliği de bu oyunun benim için olumsuz yanları oldu. Umarım Shadow of War'u oynadığım zaman bir takım unsurların değiştiğini ve güzelleştiğini görebilirim ...
Posted 22 October, 2017. Last edited 23 January, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
98 people found this review helpful
3 people found this review funny
11.2 hrs on record (11.2 hrs at review time)
Açık konuşayım. Valve'ın oyunlarına karşı hiçbir zaman çok fazla ilgi beslemedim. İnsanların genel olarak Valve'a yaklaşımını fazla abartı buluyor, oyunlarının sanıldığı ve anlatıldığı kadar mükemmel olduğunu düşünmüyordum. Aslına bakarsak hala daha öyle düşünüyorum. Fakat bu kötü oyun yaptıkları anlamını taşımıyor. Evet, Valve kaliteli yapımlarla karşımıza geliyor, fakat bunların bazıları benim açımdan başarılı iken bazıları ise yetersiz kalıyor. Portal, kesinlikle bu kısımlardan başarılı olan tarafta yer alıyor ve hakkında söylenen yorum ve incelemeleri de her şeyiyle hak ediyor...

Öncelikle oyunun bir birinci şahıs, platform ve bulmaca oyunu olduğunu ve bilim-kurgu temasında geçtiğini belirteyim.

Kocaman bir laboratuvara kapatılmış olan karakterimizin kim olduğunu ve neden oraya kapatıldığını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, yapay zekâlı bir robotun arkadan bize bir takım komut ve mesajlar vermesi ile bizim bir teste tabi tutulduğumuz. Ve testi geçersek sonunda pastaya ulaşabileceğimiz. Önümüze sunulan tüm bu bulmacaları çözmeye çalışırken yapay zekâlı robotun arka planda kara mizâh unsuru barındıran diyalogları, elimizde portal yaratabildiğimiz bir silah ve zekice hazırlanmış eğlenceli bulmacalar...İşte Portal'ın özeti.

Dışarıdan bakıldığında bu oyunun neden bu kadar övüldüğünü anlamakta bir çoğumuz gibi ben de güçlük çekiyordum. Ta ki oynayınca nedenini anladım.
Oyun elindeki unsurları o kadar yerinde ve miktarında kullanmıştı ki hiçbir şekilde bulmacalarda aşırı zorluk veya kolaylık, esprilerde yapmacıklık veya sıradanlık, oynanışta herhangi bir eksiklik hissetmiyorsunuz. Bulmacalar tam olması gerektiği gibi gerçekten düşündürücü ve özenle hazırlanmış. Bazen gözünüzün önündeki çözümü göremeyip uzun süre kafa patlattığınız olabiliyor. İşte burada da oyunun size sunduğu hayal gücü unsuru çıkageliyor. Oyun belki bulmaca çözümleri konusunda sizi fazla özgür bırakmayıp kendi istediği şekilde çözmenizi istiyor, ama çözüm aşamasında bile hayal gücünüzü kullanıp hesaplayarak doğru yola sapıyorsunuz. "Nasıl yapabilirim ?", "Burayı geçmem imkansız!" dediğiniz anlarda bile küçücük bir boşluktan çözümü kendiniz bulabiliyorsunuz. Tüm bu bulmacalarla uğraşırken yapay zekâlı robotun gerçekten kaliteli mizah barındıran konuşmaları oyuna ayrı bir renk katıyor.

Oynanışa yakından bakmak gerekirse, elimizdeki portal silahı ile oyunun bize belirttiği duvarlara portallar açıp ilerliyoruz. Tabi bu sınırsız değil. Portal sayımız 2 ile sınırlı, mavi ve turuncu renklerini kullanabiliyoruz. İsteğe bağlı renkleri değiştirebiliyoruz. Aynı zamanda zaman zaman bize yardımcı olan belli başlı oyun içi unsurlardan; momentum ve fizik kurallarından faydalanabiliyoruz.

Ekstra olarak oyunun, arka planda neler olduğunu bir sır gibi saklaması ve bulunduğumuz ortamın aslında psikolojik olarak ürpertici olması Portal'ın atmosferini beğenmemi sağladı. Seslendirmeyi başarılı bulduğumu ve oyunun ana soundtrack ini de çok sevdiğimi söylemek isterim.

Portalın belki benim açımdan tek hayalkırıklığı yaratan noktası oyunun çok kısa olması. Oyunları uzun uzun tadını çıkarta çıkarta oynayan birisi olmama rağmen oyun sadece 5 saatte bitti, ve credits ekranına bakarken " Hayır, bitmiş olamaz..." demiştim. Ekstra olarak aynı bulmacaların zorlaştırılmış madalyalı modları da mevcut, fakat oyunun kendisi maalesef fazla kısa. Ama dolu.

Bunun gibi bir oyunda senaryo ne kadar güzel ve etkili olabilir ki, demeyin. Bazen küçücük bir replik, küçücük bir sahne, küçücük bir sekans bile içinizde bir his uyandırıp size bir duygu katabilir. Tıpkı Portal'ın finali gibi :)
Posted 20 October, 2017. Last edited 28 November, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
98 people found this review helpful
2 people found this review funny
1
36.6 hrs on record
Neden büyük harflerle yazıldığını anlamadığım PROTOTYPE 2 , bir devam oyunu nasıl olmalı , var olan bir serinin çıtası nasıl daha yükseğe çıkartılır , gibisinden soruları güzelce cevaplayabiliyor...

Ana karakterimiz James Heller cesur ve korkusuz bir askerdir. Görevi gereği artık tamamen virüsün yaygın olduğu Manhattan'a küçük bir birlik ile gönderilir. Bu bölgede Alex Mercer tarafından tuzağa düşürülen Heller ve ekibinden sadece Heller hayatta kalır. Ailesinin ölümünden Alex'i sorumlu tutan Heller öfkeyle Alex'e saldırır ancak Alex kendi taşımış olduğu " Mercer virüsü" 'nü Heller'ı öldürmeden ona aktarır. Gözünü hastanede açan Heller oradan kaçarak babasının yanına gider ve Mercer'ın planlarının ve virüsü durdurma projesinin arkasında yatan olayların izini sürer.

Oyunun senaryosunu değerlendirmeden önce ana karakterimiz James Howlett'ı , pardon James Heller'ı ilk oyundaki sevmediğim Alex'e oranla katbekat daha çok sevdiğimi söylemek isterim. Gerek ailesine ve kızına düşkün olması , gerek konuşma tarzı ve gerekse içindeki o öfkeyle harmanlanmış intikam duygusu , bu karakteri çok daha fazla samimi bulup sevmemi sağladı. Oyunun başından sonuna kadar James Heller ile oynamaktan keyif aldım diyebilirim.

Prototype 2 yi incelerken genellikle hep ilk oyunla karşılaştıracağımı belirtmek isterim. Oyunun görev yapısından bahsedecek olursam , tıpkı ilk oyundaki gibi araç kullanarak veya gücümüzü konuşturarak yaptığımız belli başlı görevler mevcut. Bazı görevleri asker olarak oyundaki silahlarla da tamamlamamız görev çeşitliliğini arttırmış. Bunların yanı sıra bu oyunda daha fazla gizliliğe dayalı görevin olması gizliliği seven birisi olarak beni mutlu etti diyebilirim.

Oyunun senaryosuyla devam edecek olursam , ilk oyundaki gibi bu oyundan da senaryo anlamında büyük birşey beklemeyin. Çünkü bu oyunun da senaryosu ilk oyundaki gibi klişelerle dolu. Ama bu klişelerin içinden sıyrılabilecek belli başlı sahneri var oyunun. İlk oyundaki gibi senaryo tamamen baştan sona tek bir çizgide ilerlemiyor. Zaman zaman oyuncuyu aksiyona bağlayan ve intikam duygusunu oyuncuya işleyen belli başlı sahnelerin olması bu oyunu ilk oyundan çok daha üste çıkartıyor. Karakterlerin ve diyalogların da ilk oyuna göre daha derin olduğu çok açık ortada.

Oynanışa geldiğimiz zaman , ilk oyunu oynayan herkesin bu oyundaki gelişmeyi göreceğinden şüphe yok. Gereksiz ve saçma bir zorluğa sahip ilk oyuna oranla bu oyun zorluk konusunda çok daha dengeli ve mantıklı olmuş diyebilirim. Oyundaki yaratık çeşitlerinin ve boss savaşlarının arttırılması , hepsiyle farklı savaş stratejilerini kullanarak savaşmamız , oynanışa derinlik katmış. İlk oyundaki güç menümüzde gereksiz ve kullanmadığımız tüm güçler bu oyunda çıkartılmış ama bu bir eksiklik yaratmamış aksine daha az ve daha öz bir arayüz sunmuş. Temel güçlerimiz olan pençe , kılıç , yumruk , kırbaç ve kalkan geliştirilmiş ve daha farklı hareketler eklenmiş. Aynı zamanda ilk oyunda pek iyi olmayan avcılık gücümüz de bu oyunda geliştirilmiş farklı bir iz sürüş mekaniği eklenmiş. Kısaca savaş ve tırmanma mekanikleri biraz daha gerçekçi olmuş. Bunun yanı sıra bu oyuna özgü " Tendril " adında yeni bir güç eklenmiş. Bu güç sayesinde etraftaki nesneleri hedefe doğru çekip bir patlama yaratabilmemiz veya askerleri biyolojik bir bomba olarak kullanabilmemiz de yine oynanışa bir çeşitlilik sağlamış. Oynanış kısmında en çok hoşuma giden yenilik güçlerimizi insanlar ve yaratıklar üzerinde daha akıcı ve zevkli bir biçimde kullanabilmemiz.( Daha rahat pençe ve kılıç kontrolü , daha hızlı beden değişimini...vs..).
Prototype 2 nin skill ağacının ilk oyuna göre daha düzenli ve çeşitli olması da bu oyunu daha çok sevmemi sağlayan başka nedenlerden bir tanesi.

Oynanışta ekstra olarak farkettiğim olay ; yıllar önce oynadığım yine Activision'ın bir oyunu olan X-Men Origins Wolverine'e bu oyunun zıplama ve pençe hareketlerinin benzemesi. Muhtemelen aynı mekanikler kullanılmış. :)

Müzikler konusunda bomboş olsa da grafik ve atmosfer açısından yapımcılar 3 senede iyi iş çıkartmış diyebilirim. Oyun , ilk oyuna oranla çok daha kaliteli kaplama , ışık hüzmeleri ve görsel efektlere sahip. Canlı şehirlerin gerçekten canlı , virüsün ele geçirdiği bölgelerin gerçekten ölü olması oyunun atmosferinin güzel olduğunun bir kanıtı.
Oyunun açık dünyasında da ilk oyuna oranla gelişmeler var. İlk oyunda sıkıcı ara görev ve etkinliklerin hepsi bu oyunda kaldırılmış yerine keşfedilen gizli bölgeler , boss fightlar , Heller'ı geliştirmek için canavar veya insan avı... gibisinden daha zevkli görev ve etkinlikler eklenmiş. Bunların yanı sıra haritaya ilk oyuna göre daha fazla toplanabilir konulması ve oyuna başarımların eklenmesi de hoşuma giden başka ayrıntılardan...

Oyunun haritasına geldiğimiz zaman ilk oyundaki Manhattan'a ilave 2 bölge daha eklenmiş. Bu bölgeler arası geçişi helikopterlerle sadece fast travel yoluyla yapabiliyoruz.

Oyunun eksik bulduğum ve beğenmediğim kısımlarından bahsetmem gerekirse ; yine oyunun müzik açısından yetersiz olması , güzel sahneler olsada senaryonun bu oyunda da klişe olması , bazı görevlerin yine dengesiz bir biçimde çok kolay tamamlanabilmesi ve son olarak oyunda var olan optimizasyon sorunu gibi unsurlar gözüme batsa bile aklımda bu oyunla ilgili olumsuz anlamda pek birşeyin kalmadığını belirtmek isterim.

Son olarak Prototype 2 geriye dönüp baktığımız zaman her açıdan ilk oyundan çok daha başarılı olmuş. Artık bitsin dediğim ilk oyun ve daha uzun olsa da oynardım dediğim 2. oyun... Bu oyunu oynadıktan sonra keşke ilk oyuna disslike verseydim bile dedim kendi kendime. İlk oyunun bu kadar beğenilip ikinci oyunun ortalama bir oranda like alması da beni doğru oyunu oynadığım konusunda şüphelendirdi doğrusu...
Posted 6 May, 2017. Last edited 23 January, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
164 people found this review helpful
4 people found this review funny
34.5 hrs on record (32.4 hrs at review time)
2009 yılında Radical Entertainment tarafından geliştirilip , Activision tarafından yayınlanan Prototype bir çoğumuzun aşina olduğu bir oyun olmayı o yıllarda başarmıştı. Özellikle oyunun oyuncuya verdiği oyun keyfi ve can alıcı Manhattan atmosferi Prototype'ın uzun bir süre konuşulmasına neden olmuştu.

Ana karakterimiz Alex Mercer , Gentek'in New Yorkda yaratmış olduğu bu virüs sırasında hafızasını kaybetmiş bir şekilde kendisini Manhattan sokaklarında bulur. İnsanların bedenine bürünen ve hafızalarına bu şekilde sahip olabilen Alex , bu virüs sayesinde fiziksel açıdan çok güçlü birisine dönüşmüştür. Az buçuk birşeyler hatırlayarak kız kardeşi Dana'nın yanına gider ve ondan bu işin arkasındaki kişilerin izini sürmesi konusunda yardım ister. Zamanla kim olduğunu ve yaşadıklarını hatırlamaya başlayan Alex yavaş yavaş bu olay zincirindeki boş halkaları doldurup asıl hedefine odaklanır...

Oyunun senaryosu ve karakterleri ne kadar klişe ise hikaye anlatımı da o oranda klişe ve basit bir çizgide ilerliyor. Hatta belki de hikaye anlatımı daha da vasat diyebilirim. Oyunu oynarken senaryosuna odaklandığımı gerçekten hiç hatırlamıyorum. Çoğu zaman sinematiklerin baygınlık verdiği bile oldu benim açımdan. Ancak her oyunda senaryo muhteşem olacak diye bir kural yok. Olay örgüsü ve hikaye anlatımı gibi alanlarda başarısız olsa da bu oyun kendisini aksiyonu ve oynanıştaki çeşitliliğiyle oyuncuya sevdiriyor. Alex'in değişik mutasyonlara dönüşebilmesi oynanıştaki bir numaralı çeşitliliği doğuruyor. Pençe , yumruk , kılıç , kırbaç ve kalkan gibi değişik silahlar kullanabilmemiz ve bu silah sınıflarındaki yetenekleri geliştirerek çeşitli hareketler yapabilmemiz oyun zevkini ikiye katlıyor. Sırf silahlar değil kendi yeteneklerimiz ve hareketlerimizi de geliştirebilmemiz oyunun upgrade ve skill sisteminin de dolu olduğu anlamını doğuruyor. Ek olarak tankları ve helikopterleri de kullanabilmemiz oynanışa yeni bir mekanik ve güzel bir tecrübe katıyor.

Atmosfere geldiğimiz zaman bu oyundaki en sevdiğim kısımlardan olan şehir doluluğu ve canlılığından bahsedeceğim. Şimdiye kadarki gördüğüm en canlı şehirler arasında yer alıyor diyebilirim bu oyunun şehri. Özellikle benim gibi Manhattan sevdalıları oyunu oynarken sanki gerçekten New Yorkdaymış gibi hissedebilir. Çünkü oyun bu doluluğu sokaklardaki yüzlerce insan ve yollarda hareket halinde olan bir dolu araç ile sağlıyor. Aynı şekilde oyunun gece atmosferi de fena değil. Harita pek büyük olmasa da az ve öz olduğunu o doluluğu verdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Açık dünyasında da yapılabilecek bir sürü event ve toplanabilir olduğunu ve bunları yaptığımız takdirde oyun puanıyla alamayacağımız geliştirmelere sahip olacağımızı söyleyebilirim.
Müzik namına pek birşey duyamasak da grafiklerinin çıktığı 2009 yılına göre hiç fena olmadığını belirterek birazda oyundaki olumsuzluklardan bahsetmek istiyorum.

Prototype'ın oynanışta kendi mantığıyla çeliştiği belli başlı kısımlar var. Bunların başında gelen ve benim en çok mantıksız bulduğum olay ; şehirde kocaman yaratıklar dolaşırken birşey yapmamama rağmen askerlerin yine bana hedef almaları... Böyle bir durumda hem yaratıklarla hemde şehrin gözde askerleriyle savaşmış oluyorsunuz. Zaten gereksiz boyutta zorlaştırılan oyun bu olayla daha da zor oluyor. Zorluktan kast ettiğim oyun ve bölüm zorluğu değil. Oyunun sinir edici boyutta mantıksızlığı oyuncuyu en çok sinir eden nokta. Aynı şekilde yine koruma görevlerinde yapay zekanın saçmalaması aynı bölümü defalarca oynamamıza neden olabiliyor. Sırf boss fight olsun diye Alex'in bir insan ile savaşması , elektrikli şok silahı ile bir Prototype durduruluyorsa neden bu silahın askerlere verilmediği , çıyan şeklindeki yaratıkların tanklar yerine korumakta olduğum aracı seçip ona hedef alabilmesi... gibi arada senaryo ve oynanış açısından saçma durumlarla da karşılaşabiliyoruz. Dediğim gibi oyun kendi mantığıyla çeliştiği ve gereksiz zorlaştığıı için oyuncuya sıkıntı yaşatabiliyor. Bunun yanı sıra oyunun ses ve optimize sorununun da olduğunu eklemek isterim.

Yine de yılların internet kafe oyunu Prototype oynarken keyif alacağınız , açık dünyasında challengeları ve aksiyon dolu zevkli görevleriyle klişeleşmiş şehre yayılan virüs konseptini oynanışına güzelce harmanlayan bir üçüncü şahıs , açık dünya aksiyon oyunu olmuş.
Posted 27 April, 2017. Last edited 23 January, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
97 people found this review helpful
2 people found this review funny
11
6.6 hrs on record
2016 yılının en iyi bağımsız yapım ödülünü alan ve beraberinde birçok ödül kazanan Inside, geçtiğimiz yıllarda büyük ilgi gören Limbo'nun yapımcı şirketi "Playdead" 'in ikinci bir platform oyunu. İki oyunun birbirine çok benzemesinden dolayı bu oyunu incelerken genellikle Limbo ile karşılaştırmam gerekecek.

Limbo gibi Inside da distopik evrende geçen küçük bir çocuğu canlandırdığımız bir oyun. Narrative bir anlatımın olmadığı, olayları kişinin yorumuna bırakıp atmosferi ve dünyasıyla kendi evrenini güzel bir şekilde özetleyen Inside, Limbo'nun bir devamı niteliğinde görünse de aslında ikisi de çok farklı dünyalarda geçen oyunlar diyebilirim.

Bu distopyada yapayalnız kalmış küçük bir çocuk, kendisini bir anda karanlık ve gizli bir projenin ortasında bulur. Bu projede canlılara değişik deneyler yapılıp, insanların düşünme yetisi kaybettirilir. Bu projeyi uygulayan yine başka insanlardır. Küçük karakterimizin amacı bu pisliğin içinden kaçıp kurtulmak, belki de mutluluğun hala var olduğu bir yer bulmaktır...

Yapımcıların Limbo'dan sonra bu oyun için birçok özelliği geliştirdiğini daha oyunun girişinde bile anlayabiliyoruz. Sadece siyah ve beyaz renklerini kullanan Limboya oranla renkli ancak soluk renkleri tercih eden Inside renkli olmasına rağmen Limbo'dan daha karanlık bir hava yaratmayı başarmış. Aslında bunu yapmak gerçekten başarı ister. Özellikle grafiklerin daha soft olması oynarken bana ayrı bir zevk verdi diyebilirim. Bunun yanı sıra oyunun soluk renkleri çok iyi oranda kullanması ve ışık efektlerinin de gerçekçiliğiyle atmosfer çok büyük oranda zenginleşmiş. Atmosferi güzelleştiren diğer unsurlar ise kaliteli ses efektleri ve arka plan müziği...

Oynanışa geldiğimiz zaman, bölümlerin zamanlama ve bulmaca üzerine tasarlandığını rahatça görebiliyoruz. Fakat bulmaca oranı tıpkı Limbodaki gibi pek zor değil. Oyunun bulmacalarını çözerken pek zorlandığımı hatırlamıyorum. Bu bağlamda bulmaca platform severler için oyun biraz hayal kırıklığı olabilir. Fakat benim için pek öyle değil. Inside, bulmaca açısından biraz daha zor olabilirdi, ama bu oranı beğenmiyorum anlamına gelmiyor. Bulmacaların daha çözülebilir ve kolay olması oyunun akıcılığını arttırmış diyebilirim. Oyun zaten kafamızda soru işaretleri bırakıp ilerlediğimiz her saniye "Acaba ne olacak?" dedirttiği için oyuncuyu oyundan kopartmıyor. Bu da bence oyunun en mükemmel özelliklerinden birisi.
Ekstra olarak oyunun fiziklerindeki gelişmeyi de çok beğendiğimi söyleyebilirim. Kırdığımız camın, parçaladığımız tahtanın, düşen kutuların gerçekçiliği bu anlamda kendisini gösteriyor.

Oyunun belki de tek olumsuz yanı; oynanış süresinin birazcık kısa olması. Açıkçası Limbo'dan sonra daha uzun bir oyun beklerdim. Limbodaki gibi başarım ve toplanabilir obje koymaları çok güzel. Fakat bunlarla bile oyun kısa sürede gözünüzü açıp kapayıncaya kadar bitmiş oluyor.

http://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=912177678

Genel anlamda Limbo'dan her açıdan daha başarılı olan bir yapım gördüğümü söyleyebilirim. Devam niteliğinde gelen bir oyun nasıl geliştirilir, bunu ders niteliğinde gösteren bir oyun olmuş. Distopik mekanlar ile muhteşem bir atmosfer sunması, fizikleri, ses, ışık efektleri ve grafikleriyle geriye dönüp baktığım zaman bu oyunun neden geçen senenin en iyi bağımsız yapımı seçildiğini daha iyi anlıyorum.
Posted 23 April, 2017. Last edited 18 June, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
93 people found this review helpful
1 person found this review funny
1
102.3 hrs on record (98.1 hrs at review time)
Mad Max serisine hiçbir zaman ilgi duyan birisi olmadım. " Mad Max Fury Road " dışında da beğendiğim bir Mad Max filmi hatırlamıyorum. Ancak bu oyun bir film oyunu olmadığı için buradaki evreni tamamen bağımsız bir şekilde değerlendirmem gerekiyor.

Öncelikle evreni bilmeyenler için : post apokaliptik ( kıyamet sonrası ) bir evrende geçiyor Mad Max. Yokluğun ve hiçliğin tam ortasında hayatta kalmaya çalışan ve aynı zamanda türlü türlü sorunlarla uğraşan Max ismindeki karakterimizi canlandırıyoruz.

Max , sahip olduğu ve en çok değer verdiği ailesini bu kıyamette kaybetmiştir. Bu kayıp onu bambaşka bir insana dönüştürmüş , merhamet ve arkadaşlık gibi sosyal duygularını yitirtmiştir. Max artık kendi katı kuralları çerçevesinde yaşamına devam ediyordur. Ansızın belâ , onun katı kurallarına bir ceza niteliğinde onu bulur. Scrotus ve çetesi Max'in arabasını çalıp onu çölün ortasında susuz bir biçimde ölüme terk ederler. İntikamını Scrotus ve çetesinden almak için yeni bir arabaya ihtiyacı olan Max , bu pis macerada en kötüden daha da kötü olacaktır...

http://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=910168900

Oyunun özünde çok basit ve klişe bir intikam senaryosuna sahip olduğunu söyleyebiliriz. Finale kadar senaryonun hiçbir şekilde çizgisini bozduğunu görmedim. Sadece bir sahne beni şaşırtıp duygusal anlamda doldurdu diyebilirim. Hikayedeki en sevdiğim kısımlar şüphesiz Max 'in psikolojik sahneleriydi. Değer verdiği herşeyi ikinci bir kez kaybeden , duyguları ve kalbiyle değil kendi kurallarıyla ilerleyen , ona zarar veren herşeye ve herkese karşı savaş açmış intikamcı ve öfkeli yani lakabı gibi SİNİRLİ olan Max'in ölmeyecek kadar inatçı olması...

Senaryoyu ve karakterleri bir kenara bırakıp Mad Max'in dünyasına baktığımız zaman kocaman bir çöplük görüyoruz. Arabayla haritanın bir başından bir başına gidildiğinde bir hayli zaman alacağını söyleyebilirim. Gerçekten beklediğimden çok daha büyük bir haritası var oyunun. Tabi bu beklentiye göre değişir. Zaten heryerin kum olduğu bu devasa çölde haritanın büyük olması yapımcılar için pek zor olmasa gerek. Bu çöplüğü ve boş atmosferini oyun , parlama ve ışık efektleriyle çok güzel giydirmiş. Oyundaki güneş yansımaları , patlamalar , blur efekti , derinlik algısı , yıldırımlar , kuma vuran ışık bile gerçekten bir harika. Bu anlamda oyunda kullandıkları renk paletini gerçekten beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle patlamalarla ilgili söyleyeceğim tek şey ; şimdiye kadarki gördüğüm en gerçekçi patlama efektleri bu oyunda. Grafik açısından çıktığı seneye göre ideal olan bu oyunun , bomboş bir atmosferi olsa da efektleriyle bu atmosferin zenginliği sağlanmış.

Görev yapısına geldiğimiz zaman kocaman bir boşluk daha görüyoruz. Third Person aksiyon , macera olan oyunumuzun ana senaryosunu bitirebilmek için haritadaki belli yerlere gidip toplanabilir parçaları almamız gerekiyor. Her bölgede bulunan balona binerek o bölgenin toplanabilirlerini ve alanlarını haritamızda açabiliyor , balonlara ve oyundaki temel bölgelere hızlı seyahat yapabiliyoruz.

Birbirini tekrarlayan basit görevleri , oynanış bir oranda süslüyor diyebiliriz. Arkham serisinden aşina olduğumuz dövüş mekanikleri bu oyunda da yerini alıyor. Ancak bu oyunda bir Batman olarak değil bir Max olarak dövüştüğümüz için , çok daha yavaş bir aksiyon içinde oluyoruz. Max çok daha ağır yumruk atıyor ve attığı her yumruğun ağırlığını oynarken gerçekten hissediyorsunuz. Belli bir komboya ulaştığımızda da özel hareketleri veya Fury Mode'u düşmanlarımız üzerinde uygulayabiliyoruz.
Oyunun yumruk yumruğa girdiğimiz aksiyonundan ziyade araba ile girdiğimiz aksiyonunun daha başarılı olduğunu ve Mad Max'i daha özgün kılan kısmının sürücü kısmı olduğunu düşünüyorum. Tank gibi sağlam ve bir o kadarda ağır olan arabamızı kum üzerinden sürerken bir simulasyon oyunu oynuyormuşçasına zorlanabilirsiniz.

Oyunun olumsuz kısımlarına geldiğimiz zaman söyleyebileceğim çok şey var...Öncelikle oyunun sizi zoraki bir zorlamayla toplanabilirleri toplamaya itmesi oyuncu için çok kötü ve sıkıcı bir olay. Çünkü girdiğimiz her alan neredeyse birbirinin aynısı ve topladığımız bunca şey birbirinin kopyası. Belli bir süre sonra oyunun bitmesi için yalvardığımı ve aşırı sıkıldığımı söyleyebilirim. Aynı zamanda oyunun ara görevleri ve yarışları da bir süre sonra basitleşip oyuncuyu bayabiliyor. Bunun yanı sıra Arkham Asylumda bile olmayan dövüş esnasındaki kombomuzun kesilmesi bir süre sonra bu stabil oynanışta insana bıkkınlık getirebiliyor. Araba ile girdiğimiz aksiyonların da daha çeşitli ve farklı stratejiler barındırmasını , oyunun genel anlamda oyuncuyu biraz daha zorlamasını kolaya kaçmamasını isterdim. Oyunun en büyük sıkıntısı ise müzik ve ses nâmına hiçbirşeyin bulunmaması. Mad Max bomboş evrende geçen oldukça boş bir oyun...

http://steamproxy.net/sharedfiles/filedetails/?id=856046042

Son olarak ; oyunun upgrade sisteminin başarılı olması , arabamızın gerçekçi modifikasyonu , patlamaların , hava olayları ve ışık hüzmelerinin mükemmel oluşu , araba ile ve yumruk yumruğa girdiğimiz aksiyonun gerçekçiliği ve güzelliği , sürüş mekaniklerinin simulasyon oyununu aratmaması , serbest fotoğraf modu ile istediğimiz kareyi istediğimiz açıdan yakalayabilmemiz , bu oyunu beğenme nedenlerim oldu. Tüm bu boşluğa ve sıkıcılığa rağmen Mad Max gerçekten olumlu özellikleriyle kendini ortaya çıkartan ve fiyatına göre gayet mâkul olan bir oyun. Mad Max hayranlarının zaten bu incelemeyi okumasına bile gerek yok :)
Posted 21 April, 2017. Last edited 23 January, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
91 people found this review helpful
2 people found this review funny
20
21.7 hrs on record (21.6 hrs at review time)
Remedy'nin ilk köklü yapımlarından birisi olan ve aynı zamanda bu efsanevi serinin ilk oyunu olan Max Payne , çıktığı yıla bakılmadan günümüzde bile oynanabilen çok nadir oyunlardan bir tanesi. Günümüz AAA oyunlarındaki gerçekçiliğin ve aksiyonun alıp başını gitmesiyle beraber bir çoğumuz eski oyunlara geri dönüp nostalji havasını yakalamak istesek bile eski oyunlar ; oynanış , animasyon ve mekanikler açısından gözümüze bir hayli basit ve sıkıcı gelebilir. Ancak bu diğer nostaljik oyunlar için bir oranda doğru olsa da Max Payne için geçerli bir durum değil...

Max Payne'i bugün hala ayakta tutan ve oynanabilirlikteki temel unsur olan oyunun senaryosu , şimdiye kadarki gördüğüm en sağlam Noir ( Karanlık Polisiye ) temalı oyun senaryolarından birisi.

Karakterimiz Max , NYPD'de dedektiflik yapan birisidir. Yoğun bir günün ardından evine dönen ve yeni doğan çocuğuyla , karısına kavuşmak isteyen Max eve döndüğünde bir takım silahlı saldırganların evini bastığını fark eder. Saldırganların hepsini öldürse bile karısı ve çocuğunu kurtaramaz. Saldırganların " Valkyr " isimli adı bilinen bir uyuşturucu maddesi aldığını öğrenen Max , narkotik şubeden arkadaşı olan Alex Balder'dan bu alanda araştırma yapması için gelen görevi kabul eder. New York'un soğuk ve ıssız gecelerinde adeta bir gölge gibi araştırmasına koyulur. Türlü türlü oyunlara ve düzenbazlıklara şahit olan Max 'in kafasındaki tek şey bu cinayetin arkasındakileri öğrenip işlerini bitirmektir. Çünkü artık kaybedeceği hiçbirşey yoktur. Max , hayata dair sahip olduğu herşeyi zaten o gece kaybetmiştir...

Oyunumuzun senaryosundan da anlayacağınız gibi ; siyahbeyaz bir çizgiroman edasında intikam senaryosu işleniyor. Ancak yabancı diliniz iyi değilse Türkçe yama yükleyip oynamanızı şiddetle tavsiye ederim , aksi takdirde oyundan hiçbirşey anlayamazsınız ve oyunun hiçbir esprisi kalmaz.

Oyunun en güzel yanı bu roman edasında yazılmış polisiye senaryomuzun yanı sıra oynanışın ve aksiyonun da dop dolu olması. Bullet-time dediğimiz , mermileri havada görebileceğimiz boyutta zamanı yavaşlatan ve oyun sektöründeki yeri apayrı olan bu mod'un işlendiği ilk oyun. Bullet-time'a kısacası Matrix modu da diyebiliriz ki zaten bu oyun aksiyonu olarak Matrix filminden esinlenilerek çıkan ancak film ile hiçbir alakası bulunmayan bir oyun.
Aksiyon'u öyle bir boyutta ve gerçekçilikte hissedeceksiniz ki gerçekten ölüm korkusuyla ilerlediğiniz oyunda adeta bir soğuk duş etkisi göreceksiniz.

Atmosfer ve müziklere geldiğimizde yine aksiyon kadar dolu bir alanla karşı karşıya kalıyoruz. Oyunun oynanışı ve aksiyonu ne orandaysa müzikleri ve atmosferi de o oranda şahane. Grafik ve modellemelerin bile 2001 yılına göre bayağı iyi olduğunu sadece Max'in yüz modellemesini çoğu zaman komik bulduğumu söyleyebilirim.

Oyunda en çok hoşuma giden özelliklerden birisi senaryoyu oyuncuya çizgiroman eşliğinde işlerken aynı zamanda nereden buraya geldiğimizi de yine roman okurmuşçasına öğrenebilmemiz. Gerçekten neredeyse herşeyin düşünülerek ve uğraşılarak yapıldığı bu başyapıtın çıktığı yıla bakıldığında hayretler içine düşmemek elde değil.

Eğer sizde benim gibi derin senaryolu , intikam duygusu işlenen , noir temalı atmosfer ve müziklerine kapılıp gideceğiniz oyunları seviyorsanız kesinlikle bu efsanevi serinin ilk oyunu ile bu deneyimi edinin.
Posted 14 March, 2017. Last edited 23 January, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
< 1  2  3 >
Showing 1-10 of 27 entries