10
Products
reviewed
390
Products
in account

Recent reviews by Skips4K

Showing 1-10 of 10 entries
2 people found this review helpful
21.3 hrs on record
Marvel's Spider-Man PC inceleme

Stan Lee ve Steve Ditko'nun kaleminden çıkan Spider-Man'ın bu macerası 2018 yılında PS4 için çıkmış ve akabinde remastered olarak PS5'e gelmişti. İşte oyunun PC sürümü de bu remastered versiyonundan aktarılmış durumda. Tabi PC'nin getirdiği avantajları da bu yolculukta çantasına koymayı ihmal etmemiş. Bu detaylara geçmeden önce tabi oyunun genel hatlarını kısaca hatırlayalım.

Spider-Man karakterinin bu kadar sevilmesinin en büyük nedenlerinden birisi insanların kendisi ile çok çabuk empati yapabilmesi. Yani süper kahraman hayatı bir yana Örümcek Adam hikayelerinde karakterin her zaman karşılaştığı normal zorluklara da tanıklık etmişizdir. İşte Insomniac Games sırf aksiyon oyunu sunmaktan ziyade, yine aksiyonun bol olduğu fakat karakter hikayeleri, Peter Parker'ın yaşadığı zorluklar ve diğer detaylarla da süslediği bir tabakla karşımıza çıkmış. Zaten oyunun en sevilen noktalarından birisinin de bu sunumda yattığını söylemek mümkün.

Oyun boyunca filmlere, çizgi romanlara ve Örümcek Adam ile ilgili birçok konuya o kadar güzel ve tadında değinilmiş ki, bu ufak tatlar yemeği çok daha leziz bir hale sokmuş. Oyun alanında bulduğunuz bir gazete kupürü, duvarda gördüğünüz bir grafiti, Peter Parker'ın yaptığı laf sokmalar derken o özlenen Örümcek Adam atmosferi ve sunumu en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş.

Tabi New York, daha doğrusu Manhattan Adası olmadan Örümcek Adam düşünülemez. Her ne kadar film serisinde farklı bölgelere gitse de bu maceradaki ana mekanımız belli. Insomniac havda süzülen karakterimiz için olabildiğince canlı bir dünya oluşturmayı başarmış. Gökyüzünde oradan oraya ağ atarken aşağıda gerçekten yaşayan bir dünya olduğunu hissediyorsunuz. Tabi sivil halk yapay zeka olarak yoksun, amaçları tamamen o şehir atmosferine destek olmak. Fakat yine de size tepkisiz kalmıyorlar tabi.

Oyunun mini görev sisteminde yapılacak tonla şey var. Telsiz istasyonlarını senkronize ederek haritayı açıyor, daha önce bıraktığımız sırt çantalarını buluyor, basit suçları engelliyor, Kingpin'in çetelerini alaşağı ediyor, önemli bölgeleri fotoğraflıyor ve Harry'nin araştırmalarına yardımcı olmak gibi birçok mini görev peşinde koşuyoruz. Açıkçası tamamını yapmak için kastırmak belli bir süre sonra sıkıcı bir hale gelebilir. Fakat göreve doğru giderken, yolunuzun üzerinde olan ekstraları yaptığınızda hem deneyim puanı kazanıyor hem de bu görevleri yavaş yavaş eksiltmiş oluyorsunuz.

"Yine mi büyük güç büyük sorumluluk?"

Marvel's Spider-Man hikaye olarak neyse ki her şeyi başa sarmamış. Bu hikayenin zaten onlarca farklı versiyonunu artık ezberledik denebilir. Bu nedenle hikaye olarak Peter Parker'ın Örümcek Adam olmasından sekiz yıl sonrasına gidiyoruz. Hatta birçok karakteri zaten tanıdığımızı varsayıyor oyun. Shocker, Kingpin, Doc Oct ve DLC'lerde daha önemli bir rol oynayan Black Cat dahil hepsi hikayemizin öncesinde Peter'ın hayatında yer edinmiş.

Yeri gelmişken evet, Marvel's Spider-Man Remastered PC sürümünün içerisinde oyun için çıkan üç adet hikaye içeriğine de yer verilmiş. Bu hikayeler zaten oyunun belli bir noktasından sonra açılıyor ve ana hikayeye dahil oluyorlar. Tabi ana olayı bitirip sonradan da ekstralara kasabiliyorsunuz, bu tamamen oyuncunun tercihine bırakılmış.

Gelelim oyunun grafiklerine. Oyunda ufak tefek buglar bulunuyor. Birkaç kez yeniden başlatmamız gerektiren hatayla da karşılaştım ama geneline baktığınızda bu oyun çok güzel gözüküyor. Aksiyon yapısı, karakter tasarımları ve hepsinden önemlisi şehir atmosferi oldukça başarılı. Oyunun dünyasının ve grafiklerinin ne kadar özenli hazırlandığını saptığınız her sokakta hissediyorsunuz.

Spider-Man PS4 sürümünde bile çok güzel gözüküyordu. PS5 sürümü ile bu iş bir adım daha ileri götürüldü ve PC sürümü ile birlikte konsol kısıtlamaları da ortadan kalktı diyebiliriz. Geniş ekran desteği ve çok daha önemlisi sınırı kalkan FPS durumu oyunu çok daha akıcı oynamanıza olanak sağlıyor. RTX desteği ile birlikte oyunun atmosferine de büyük katkı sağlanmış. Gökdelenler arasında süzülürken gözünüzü alan ışıklar ya da cam, objeler üzerine düşen yansımalar başarılı atmosferi bir tık daha ileri götürmüş.

Oyunun grafik ayarlarında birçok değer ile oynamak mümkün. DLSS ve FSR ayarı ile birlikte performans artışı gözle görülür şekilde işliyor. PC sürümünde gölgeler ve ışıklandırma üzerine ayrıca detaylı bir şekilde durulmuş. Unutmayın bu direkt port olan bir oyun değil, aksine PC teknolojilerini tam anlamıyla kullanan bir yapım. Ayrıca sisteminiz çok güçlü değilse de üzülmeyin. Çünkü en düşük grafik ayarlarında bile Spider-Man oldukça güzel gözüküyor. Akıcı oynanışı ve o şehir atmosferini korumayı başarıyor. Yani RTX ya da grafik takıntınız yoksa ortalama bir PC'de bile bu macerada Spider-Man'e rahatlıkla eşlik edebilirsiniz.

Sonuç olarak Spider-Man PC sürümü zaten başarılı olan bir oyunun zincirlerini kırmış diyebiliriz. 2018 yılında çıkan oyun aradan geçen bu kadar zamana rağmen hala taş gibi duruyor ve güzel dokunuşlar ile güncelliğini korumaya devam ediyor. Eğer süper kahraman temalı oyunları seviyorsanız kesinlikle deneyim emeniz gereken bir maceranın sizi beklediğini söyleyebilirim.
Posted 11 July, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
7.4 hrs on record (2.8 hrs at review time)
Yeni nesil kahramanımızın başrolünde olduğu Marvel’s Spider-Man: Miles Morales incelemesi ile maceraya hazırız

Spider-Man: Miles Morales inceleme

İlk oyunda Miles Morales’in örümcek güçleri kazandığını ve yan görevler boyunca Peter’dan eğitim almaya başladığını görmüştük. Marvel’s Spider-Man: Miles Morales bizi yaklaşık bir yıl sonraya, Peter Parker ile Miles Morales’in yavaş yavaş birlikte ağ attığı zamanlara götürüyor. Yeni yıl süslemeleri ve karlar arasındaki New York’ta, önceki oyunda Raft’tan kaçan mahkumların bir kısmını tekrar hapishaneye geri götüren konvoya eşlik eden ikili, biraz da Miles’ın hatası yüzünden kaçan Rhino ile hızlı bir New York turu atıyor. Bu bölümde hem kontrolleri öğreniyor, tekrar hatırlıyor hem de Miles’In yeni güçlerinin bir kısmını keşfediyoruz.

"Sevdiği insanlar için cesur olan kahraman"

Rhino’nun kaçışı ve Roxxon Energy şirketi ile ilk tanışmamızın ardından Peter Parker fotoğrafçılık işi için birkaç haftalığına şehirden ayrılıyor ve bütün şehir bize emanet ediliyor. Brooklyn’den Harlem’e taşınan Miles’ın taşınma telaşının yanı sıra annesinin seçim çalışmaları ve uzun zamandır görmediği eski dostu ile buluşmasının getirdiği heyecanı da görüyoruz. Hikayenin geri kalanı Roxxon Energy şirketine savaş ilan etmiş olan Underground ve yeni lideri olan Tinkerer’a karşı mücadele edip, başta Harlem olmak üzere New York’un insanlarına yardım etmemiz üzerine kurulu. Bir yandan acemi kahramanımızın ilk yalnız görevini sorunsuz bir şekilde atlatmasına yardım ediyor, diğer yandan da kahramanlık ile özel hayatı dengede tutma çalışmalarını görüyoruz.

Öncelikle giriş kısmının harika olduğunu söylemeliyim. Televizyonda çok fazla Örümcek Adam izlemiş biri olarak Rhino gibi hep tanıdığım bir düşman ile açılışı yapmak çok güzel oldu. Christmas döneminde New York’u Rhino üzerinde gezmek bambaşka bir deneyim. İki Spider-Man’in ortak mücadelesi, Miles diğer mahkumlar ile uğraşırken aniden önümüzden uçarak geçen Peter ve Rhino’nun konuşmaları gibi anlar çok hoşuma gitti. Bu açıdan orjinal oyundaki Kingpin dövüşüne göre daha çok keyif aldığımı söyleyebilirim.

Hikayenin geri kalanı ise güzel. Orjinal oyunun üçte biri uzunluğunda bir oyun var elimizde, ana hikayeyi 10 saat içinde bitirmeniz mümkün. Bunun hem iyi hem de kötü yanları var. Hikayenin kısa olması bazı olayların çok “oldu bitti tamam” seviyesinde işlenmesine sebep olmuş. En iyi yanı ise neredeyse hiç gereksiz işler yapmıyoruz. Sırf oyun süresi uzasın diye konulmuş gözüken görevler yok. Yan görevler bile daha dolu gözüküyor. Hikaye uzunluğu genel olarak tatmin edici olmuş. Oyunda biri opsiyonel olmak üzere 4 boss ile karşılaşıyoruz. Opsiyonel olan dövüş ise orjinal oyundaki Taskmaster’ın yanında çok hafif kalıyor. Güçlü düşmanlar konusunda hiç sıkıntı yaşamayan bir seriye bu kadar az boss yakışmamış. Homecoming filminde bile gördüğümüz Tinkerer’ın yeni halini ise fena bulmadım. Spoiler olacak bazı şikayetlerim var ama oyunun hikayeye ayrılan kısmına bu kadar sığdırabilmişler diyerek geçiyorum.

Oyunun hikayesi kısa o konuda anlaştık, şimdi oynanış kısmına geçelim. Daha önce 2008 yılında çıkan Spider-Man oynadıysanız, Marvel’s Spider-Man: Miles Morales’a alışma süreniz çok uzun olmayacak. Önceki oyunda bulunan bütün özellikler burada aynen duruyor. Hatta ana oyunda açmanız gereken bazı yetenekleri Miles doğrudan kullanabiliyor. Peter’in öğretmenliği işe yaramış. Asıl dikkat çekici özellikler ise Miles’ın sahip olduğu özel yetenekler.

Miles Morales, Peter Parker’ın sahip olduğu yeteneklerin yanı sıra, kendine ait bazı özel güçlere de sahip. Venom adını verdiği biyoelektrik saldırılar ile düşmanlarını sersemletip güçsüzleştirebilme özelliği ve Miles’ın zor durumlardan kurtulmasını sağlayan görünmezlik yeteneği. Hikaye ilerledikçe elde ettiğimiz özellikler sayesinde Spider-Man ile birebir aynı başlayan oynanış, uygulayabileceğimiz yeni taktikler ile dövüşlerin daha farklı hale gelmesini sağlıyor.

"Büyük güç beraberinde büyük bir sorumluluğu da getiriyor"

Venom yetenekleri başlangıçta savunma yapan düşmanları devirmek için kullanılıyor. Karakterimiz güçlendikçe Venom yetenekleri düşman kalkanlarını parçalamak, alan saldırıları yapmak ve şehir içinde ağ atarken daha yükseğe ve ileri fırlamak için kullanabileceğimiz hale geliyor. Güzel bir eklenti ve dövüşlerde bolca kullanıyoruz. Görünmezlik yeteneği ise adı üstünde, gizlilik bölümlerini biraz daha kolay hale getiren bir yetenek. Dövüş sırasında aniden ortadan kaybolup, düşmanların sizi boş vermesini bekleyebilir ve bonus görevleri rahatlıkla yapabilirsiniz. Oyunun gizlilik bölümlerini sıkıcı bulduğum için pek fazla işime yaramadı. Son bölümlerde kalabalık düşman gruplarından kaçarken kullandım ama. Miles’ın yeni özelliklerini saydıktan sonra oyun ile ilgili yeni şeyler bitiyor. Bundan sonra sayabileceğim her şey, 2018 yılında çıkan Spider-Man oyunu ile aynı.

Miles’ın kısa hikayesi yetmezse (ki yetmemeli) yapabileceğimiz bir sürü yan görev bulunuyor. Dostumuzun kurduğu uygulama sayesinde vatandaşlar yardım isteği gönderebiliyor ve biz de yardıma koşuyoruz. Yan görevler oldukça güzel. Kedileri takip ediyor, Howard’ın güvercinlerini kovalıyor, binanın camlarını temizleyen bir adamın bozulan iskelesini düzeltmeye çalışıyoruz. Bu ve benzeri görevler acemi bir süper kahramanın yapması için en uygun işler gibi gözükürken, arka planda bu olayların gerçekleşmesinin sebebini ve daha büyük işlerin döndüğünü de ufak ufak bize yediriyor.

Şehirde yan görevlerin yanı sıra tamamlayabileceğimiz aktiviteler de bulunuyor. Babamızın kardeşi ile birlikte hazırladığı müzik için gerekli ses örneklerini topluyor, en iyi dostumuz Phin ile şehrin dört bir yanına sakladığımız zaman kapsüllerini takip ediyor ve Undrground çetesinin üs olarak kullandığı mekanları basıyoruz. Buralardan kazandığımız ödüller ise oyun içerisinde kullanabileceğimiz cihazları ve kostümleri açmak için kullanılabiliyor.

Miles Morales için 19 farklı kostüm bulunuyor ve biri hariç bütün kostümleri ilk oynayışınız sırasında açabiliyorsunuz. Çizgi romanlardan ve animasyon serilerinden alınan kostümlerin her biri ayrı özellikler ile geliyor. Bu özellikler daha az hasar almamızı, daha fazla Venom enerjisi toplamamızı ya da çantadan çıkan Spider-Man’in (Peter Parker değil) düşmanlarımızı dövmesini sağlamak gibi değişik şeyler. Into the Spider-Verse filmindeki kostümün, karakteri 15 fps’e düşürüp, tıpkı filmdeki gibi hareket etmemizi sağlaması ve filmdeki saldırı efektlerini ekleme özellikleri çok hoşuma gitti. Bir kostümün özelliğini açtığınızda farklı kostümler ile birlikte kullanma şansınız da bulunuyor.

Yan görev ve etkinliklerin kendi içinde bir anlamı ve anlatacak güzel hikayeleri var. Ana hikayesi bu kadar kısa olan bir oyunda diğer etkinlikleri de boş bıraksalar üzücü olurdu. Oyun yan görevler konusunda çok iyi bir iş çıkarmış. Oyun hem görsel hem de işitsel olarak çok başarılı. 2018 yılında çıkan Spider-Man zaten görsel açıdan en başarılı oyunlardan birisiydi. Insomniac Games, Miles Morales ile birlikte bunu bir adım daha ileri taşımayı başarmış. Ufak detaylara gösterilen özen artmış, ışıklandırma üzerinde özel olarak çalışılmış ve her şey çok güzel gözüküyor.

Tamamen farklı bir karakteri oynadığımızı başarıyla hissettiren, iki kişinin gözünden aynı şehrin ne kadar farklı gözükebileceğini gösteren Marvel’s Spider-Man: Miles Morales, kısa oyun süresi ve getirdiği az sayıda yenilik ile oyuncuları ikilemde bırakabilir. Şu haliyle tek başına bir oyun değil de ek paket olarak duyurulup buna göre fiyatlandırılsa çok daha iyi yorumlar alabilirdi. Eğer ilk Spider-Man oyununu sevdiyseniz bu oyunu da seveceğinizi düşünüyorum. Daha önce yayınlanan Spider-Man DLC paketlerinden kat kat üstün bir oyun olduğu kesin ama oynamak için indirim dönemlerini de bekleyebileceğiniz bir yapıya sahip.
Posted 11 July, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
36 people found this review helpful
1 person found this review funny
423.1 hrs on record (131.4 hrs at review time)
Modern Warfare 2 inceleme

Serinin en değerli markası olan Modern Warfare, 2019 senesinde rebootlaşmış bir şekilde karşımıza çıkmıştı. Yani 2019’dan beri gelen Modern Warfare’ların kesinlikle orijinal üçleme olan 2007, 2009 ve 2011 senesindeki oyunlarla bir alakası olmadığını söylemeliyim. Aynı karakterlerin, bu oyunda da var olduğunu söyleyecek olan arkadaşlara ise; tamamen aynı isimlere sahip, farklı bir evrende ve boyutlarda geçen karakterler ve oyun olduğunu söylememiz yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Bu süreçte sadece karakterlerin değil, oyunun yapısının da komple rebootlaştırıldığını söylemeliyim. 2019’daki Modern Warfare, 2020’deki Black Ops Cold War ve geçen seneki Vanguard’ın da teknik ve grafiksel olarak tamamen yenilenmiş olduğunu ve önceki Call of Duty oyunlarına kıyasla son derece farklı olduğunu bildirmemde sorun yoktur umarım.

Aslında Modern Warfare 2 değilde, yeni bir Ghosts mu demeliydik?

Call of Duty serisi, her kesimden altın yıllarını yaşadığı dönemlerde Modern Warfare üçlemesinden sonra Black Ops 1 ve 2’nin ardından tamamen boşluğa düşmüştü. Bu her yıl piyasadaki yerini alan Call of Duty geleneği de hem ticari, hem de marka değerinin güncelliği açısından önemliydi.

Az önce karakterlerden bahsettik ya; orijinal üçlemede karşımıza çıkan Simon Riley yani takımdaki lakabı ile Ghost karakteri, sadece ve sadece taktığı o kuru kafalı havalı maskesi ile beğenileri toplamıştı. Bir önceki oyuna kıyasla Soap MacTavish ve Cpt. Price’a ek olarak Roach ve Ghost’u çeşitli görevlerde ayriyeten oynamıştık. 

Ghost tamamen sönük ve yan bir karakter olsa da, onun taktığı o havalı maske tamamen kendisine olan ilgiyi yükseltmişti. Ayrıca ilerleyen bölümlerde yaşanan bir olay var ki; tamamen karaktere olan ilgiyi, duygusallıkla da birleştirerek arşa çıkarmıştı. Tüm bu olayların ardından Ghost ile ilgili birçok teoriler ortaya atıldı.

Kimileri Ghost’un yüzünün önemli bir olayda yandığından dolayı o maskeyi taktığını, kimileri de sadece havalı olmak için taktığını belirtse de, ilk bahsettiğim olay internet ortamında daha çok yaygın ve ağır tartışmalara sebep olan durum haline gelmişti. Ayrıca bir olay daha var ki; malum sahnenin hiç yaşanmadığı dile getiriliyordu. MW3’ün piyasadaki yerini almasına rağmen halen o sahneden kurtulduğunu varsayanlar oluyordu.

Tüm bunların ardından Modern Warfare’da tanıdığımız Ghost’tan bağımsız bir şekilde “Ghosts” timini konu alan yeni bir Call of Duty oyunu bile yapıldı. Ghost ve özellikle maskesi, tüm Modern Warfare serisi boyunca bu denli etkilemişti bizi. 

Eeee peki? Yapımcılar bunun farkında değil mi?

- Farkındaydı.

Ghost karakterinin yaratıcısı, sadece havalı bir maske takıp, güzel bir görünüm istemiş olabilir ancak olayların bu boyutlara evrimleşmesi, belki de bugünkü Call of Duty oyununu bile etkileyen bir hale dönüştüğünü kestirememiş olabilir ancak Activision, oyuncuların neye hypelandığını en başından beri çözmüştü ki o boşluğu Call of Duty: Ghosts ile doldurdular.

Yeni Modern Warfare 2, özellikle Ghost odaklı bir yapım. Başlıkta da dediğim gibi Ghosts 2 mi demeliydik diyordum ya, her ne kadar Ghosts serisi ile bağımsız olsa da, oyun o kadar Ghost odaklı ilerliyor ki; Ghosts 2 dememek içten bile değil. 

Hikaye!

Rebootlaşmış yeni Modern Warfare serisi, orijinal üçlemeye kıyasla aksiyonu bol fakat olayların yavaş işlediği bir oyun. Yani orijinal Modern Warfare’da aşırı sağcı bir Rus milliyetçisinin Ortadoğuyu karıştırması, ardından Rusya ve Amerikan savaşının başlaması ve son olarak üçüncü dünya savaşı ile seri hızlı bir şekilde ilerliyordu. Bu oyunda ise hikaye tamamen yavaş diyebilirim. Bir bakıma olması gerektiği gibi yavaş, bir bakıma da üçleme ile sonlanmayacak kadar yavaş.

Yani anlaşılan şu ki; Activision ayakta kaldığı sürece Modern Warfare markasından daha çok ekmek yiyecek gibi gözüküyor. Hatta 4, 5, 6 derken serinin baya ilerleyeceğini de tahmin etmemek zor değil. Oyuna dair “Story” odaklı hikaye fragmanının yayınlanmamasını ve erkenden hikayenin açılmasını da buna bağlıyorum. Tabii bir kısım daha var ki oyunun tüm temelleri Warzone 2.0 için yaratılmış. Ona bir sonraki paragrafta değineceğim.

Yaklaşık olarak altı saatlik senaryo modundaki kilit nokta yerimi Meksika ve Güney Amerika!

Urzikstan diye Karadeniz’in KuzeyDoğu bölgesine kurulmuş, çöl iklimine sahip bir Ortadoğu ülkesi yok karşımızda. Yeni yapım, Orta Doğu temasından uzaklaşarak oyunun çoğunu Meksika topraklarına götürmüş. Amerika’nın en güçlü propaganda silahı dediğimiz Rambo filmi de son filminde kartellere karşı savaşmıştı. İşte bu karteller ile olan savaşı, Modern Warfare 2’de deneyimliyoruz artık. Las Almas uyuşturucu kartelinin, İran ile olan bir silah anlaşması, çalınan Amerikan füzeleri ve birden fazla milletin özel kuvvetlerinin arasındaki oyunların da dahil olduğu bir senaryonun merkezinde yer alıyor. Bu da ister istemez; “Bu polisin görevi değil mi? Bizim ne işimiz var bu çetelerle?” sorusunu da aklımıza getiriyor.

Bir önceki oyunda Rus askerleri tarafından işgale alınan bölgeyi konu alırken; muhatabımız bir general, bir komutan, bir asker iken bu oyunda kartelli serserileri konu almak biraz gidişatı sorgulattı. Özellikle sosyal medya üzerinde grafik kalitesine doyamadığımız Amsterdam görevinde de bilindiği üzere kartellerin peşindeyiz. Çoğu kişi fark etmedi ancak bu da bir nevi Avrupa’ya iltica eden her bölgeden suçluların Avrupa’da kolay bir şekilde cirit attığı ve bulunması zor olan insanları Avrupa’da ele geçirmenin kolay olduğu algısını da yarattı. Yine de Modern Warfare 2’de ise daha geniş ama daha sığ bir aksiyon var. Hikaye dediğim gibi basit ancak aksiyonu ise Michael Bay filmleri gibi çok fazla

Multiplayer Modu! 

Bu konuda genel olarak bahsetmek istiyorum; Yeni oyunun Multiplayer modu, bir önceki oyunların aynısına benzer yapıda olsa da karakter etkileşimleri ve aksiyonu için yeni özellikler katılmış durumda. Mesela zemin üzerinde etkili bir biçimde kayabilir, dalış yapabilir ve Ledge Hang ile çeşitli stratejiler kullanabilirsiniz. Bunlardan biri de bir kovboy gibi silah çekme hızını da etkileyebiliyor ki bu durumda reflekslerinizin ön planda olması gerekiyor. Saniyesine kadar düşünülmüş bir detay olduğunu öngörmekteyim. Ayrıca yeni oyun ile gelen araçlar sayesinde manevralar ve araç içi çatışmalarla da farklı bir Call of Duty deneyimi sunsa da, yine de alışagelmişin dışında olduğu için çok fazla etkilememeyi başarıyor bu durum.

Alışılagelmiş durum dışı derken; oyunu bu modda TPS moduna alabilmek de mümkün ancak pek tavsiye etmiyorum. Tek artısı ise bu modda oyundaki karakterin birkaç metre uzağında omuzundan doğru çevreye daha hakim bir şekilde bakınma imkanı tanıyabilmesi. Aksi taktirde sıcak çatışmalarda çok hantal. Knockout modunda ise yeniden doğuş özelliği var. O da Hunt Showdown’daki bir özelliğe benzer seviyede. Uzaktaki arkadaşınızı canlandırabiliyorsunuz. Bazen yanında olmanız gerekiyor, nadiren de olsa uzaktan ona müdahale edebiliyorsunuz. Belki de bu kısım bugdı ben buna denk gelmişte olabilirim.

Oyundaki modlar ise Team Deathmatch, Domination, Special Ops gibi bilinmiş modlar şeklinde ilerliyor. Bir önceki Call of Duty oyunlarını oynadıysanız, bunun da bir nevi aynısı olduğunu göreceksiniz. Yine de haritalardaki oyuncuların 6v6 ile başlayıp, 32v32’ye kadar yükseldiğini belirtmeliyim.

Yaz kızım: KARAR!

Türk oyuncuları için en önemli nokta şu an ekonomi olduğundan dolayı, hikayesi kısa sürede bitecek ve Multiplayer açıdan da diğerlerinin aynısı olan bir yapım için o para değmez. Eğer benim gibi Call of Duty fanıysanız, yılda bir kere tek eğlencem bu var diyorsanız ve durumunuz da iyiyse o zaman alın. Onun dışında gerçekten üzülürüm. Dediğim gibi hikaye, orijinal üçlemedeki gibi derin değil. Aksiyonu bol ancak bu da sizi 5-6 saat tatmin eder… 1100 liranın değeri de bu olmamalı.
Posted 25 December, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
15.8 hrs on record (4.4 hrs at review time)
Ana karakterimiz Artyom’un hikayesini devam ettiren Metro Exodus, hikayeyi Moskova’nın dışına taşıyor. İlk iki oyunda yaşanan nükleer savaş sonrası tüm insanlığın yok olduğunu gösteren seri, hayatta kalan son insanların Moskova metrolarına sığındığını gözler önüne sermişti. Ancak insanoğlunun farklı yerlerde yeni hayatlar kurduğuna inanan Artyom, Metro Exodus’un hikayesinde bu umudun peşinden gidiyor. İlk iki oyunda yaşanan olaylar sonrasında Artyom’un amacını anlatan oyunun girişi, tam da bu noktada başlıyor. Hikayenin devamında ise bu umudun peşine takılmış bir şekilde Artyom ve ekibiyle birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz.

Yan karakter anlamında eski oyunlardan daha güçlü bir kadroya sahip olan Metro Exodus’ta, Artyom’u pek fazla tek başına göremiyoruz ve oyunun genelinde yan karakterler maceramıza ortak oluyor. Bir önceki oyundan hatırladığımız Anna isimli karakterle yakınlık kuran Artyom, yeni oyunda evli bir birey olarak oyuncuların karşısına çıkıyor. Oyunun önemli her anında kendini gösteren Anna’nın değişimi ise seriyi yakından takip edenleri şaşırtabilir. İkinci oyunda çılgın hareketleriyle yerinde duramayan keskin nişancımız, yeni oyunda daha ağır başlı şekilde anaç tavırlar sergiliyor. Hikayede insanlığın kurtuluşu için kendini halkına adayan Artyom’un en büyük destekçisi ise yine Anna karakteri oluyor.

Fakat hikaye anlatımı konusunda pek oyuncuyu kendine bağlamayan Metro Exodus, yavaş ilerleyişiyle seriye yabancı olan oyuncuların hoşuna gitmeyebilir. Özellikle yan karakterlerin doluluğu bakımından yetersiz kalan Metro Exodus, maalesef bu yönünü kotaramamış. Hali hazırda özel yan görevlerin bulunmadığı oyunda, sadece ana hikayeye bağlı kalıyorsunuz. Bu da sizi devamlı olarak yan karakterlerle bir arada olmaya zorluyor. Çoğu zaman yan karakterlerin boş konuşmaları arasında oyunda soğuk terler döküyorsunuz. En önemli yan karakterlerden bir tanesi olan kayın babamız Miller’ın bizimle olan konuşmaları ise bana lisede sıkıntıdan boğulduğum kimya derslerini hatırlattı. “Bitse de gitsek” modunda olan bu konuşmaların detayları, ana hikaye hakkında çoğu zaman herhangi bir bilgi vermekten kaçınıyor. Hikaye anlatımı konusunda zayıf kalan yapım, yine de ana fikri sayesinde bir sonraki görevin ne olacağını merak ettiriyor. Görevler ise diğer Metro oyunlarından aşina olduğumuz yapıya sahip.

Serinin en dikkat çeken özelliği olan açık dünyaya geçecek olursak, bu konuda biraz hayal kırıklığı yaşadığımı belirtmek istiyorum. Tanıtım videolarında seriyi Fallout’tan ilham almış gibi gösteren geliştiriciler, bunun tam tersi olarak daha kapalı bir yapıyı tercih etmiş. Ana görevler dahilinde açık dünyayı gezebildiğiniz oyun, genel olarak oyuncuyu pek fazla serbest bırakmıyor. Açık dünya mekanikleri Fallout serisinde olduğu gibi kapsamlı olmasa da, çevresel etkenlerin oldukça güçlü olduğunu söylemeliyim. Bununla birlikte tek başınıza kaldığınız zaman sizi avlamak isteyen mutantlar sayesinde, ekran başında gerilmekten koltuğa gömüldüğüm anlar da oldu.

Açık dünyanın ise genel olarak S.T.A.L.K.E.R. serisinden esintiler içermesi oyunu daha zor hale getirmiş. Hali hazırda mutantlar ve haydutlarla başımız beladayken, anomalilerin de peşimizde olması Metro Exodus’un açık dünyasını daha tehlikeli bir hale getirmiş. Görevlere çıktıktan sonraysa kaynaklarınızı çok dikkatli kullanmalısınız. Mermiden tutun da sağlık yenileme paketlerine kadar hepsini tam gerektiği anda kullanmanız gerekiyor. Tek bir merminin bile boşa sıkılması, sizi dakikalar sonra ölümle burun buruna getirebilir. Ancak görev sonrasında trenimize döndüğümüzde kaynakları kolay bir şekilde yenileyebiliyoruz.

Açık dünyada haydutlardan ve çevreden topladığımız materyaller sayesinde trende işimize yarayacak her şeyi üretebiliyoruz. Fakat bu materyalleri toplarken dikkat etmeniz gereken unsur, siviller oluyor. Karakteri kötü veya iyi yapmak tamamen sizin elinizde. Sivilleri ve teslim olmuş haydutları öldürdüğünüzde Artyom’un ruh hali kötüye dönebiliyor. Ancak bu durum ana hikayenin gidişatına pek fazla etki etmiyor. Yine de oyunun bu özelliğine dikkat etmenizi öneriyoruz.
Posted 7 July, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
7 people found this review helpful
728.5 hrs on record (723.5 hrs at review time)
Motorum olmadan asla

Beklenen Days Gone incelemesi ile karşınızdayız. Days Gone, E3 2016’da yayınlanan oynanış videosu ile E3 2016’nın en dikkat çeken oyunlarından biri olmuştu. Son yılların en popüler oyun temalarından biri haline gelen “zombili oyun” türünün yeni üyesi Days Gone, kalabalık zombi sürüsüne karşı hunharca ateş açan ana karakterimizin çılgın zombi sürüsünden kaçtığını gösteren oynanış videosu ile heyecan yaratmıştı. 3 yıllık bekleyişin ardından Days Gone oyun severler ile buluşmaya hazırlanıyor. Biz oyunseverlerden biraz daha erken buluştuk. Kalabalık zombi sürülerinden kaçtık, hayatta kalmaya çalıştık, Deacon St. John’un hikayesinin sır perdesini 30 saati aşan bir oynanış süresinin sonunda araladık. Peki Days Gone nasıl bir deneyimdi? Birlikte göz atalım.

"Kampların her derdine biz koşuyoruz"

Days Gone, Deacon ve Boozer ikilisi ile başlasa da, hikayeye daha sonra başka karakterler de katılıyor. İki kişi hayatta kalmak oldukça güç olacağı için, Deacon pek istekli olmasa da hayatta kalmaya çalışan insanların kurduğu diğer kamplara katılmak, onlar için iş yapmak zorunda kalıyor. Oyunun görev yapısının temelini de bu kamplar ve onlar için yaptığımız görevler oluşturuyor. İlk başta iki farklı kamp için çalışmaya başlıyorsunuz. Daha sonra yeni karakterlerin de dahil olmaya başlamasıyla kamp sayısı artıyor, oyun alanı da genişliyor. Oyunun ilk 10 saatinde “Harita biraz küçük mü ne?” diye düşünürken, daha sonra yeni karakterlerin dahil olması, yeni kampların ortaya çıkmasıyla birlikte harita güneye doğru büyüyünce; “Bu harita büyüklüğü böyle bir oyun için yeterli.” diye düşünmeye başladım.

Hayatta kalmak için her biri farklı bir felsefe belirlemiş olan kamplar için çalışmaya başladıkça, Days Gone’ın da tehlikelerle dolu dünyasını keşfetmeye başlıyorsunuz. Kamplar için; kaçık yuvası temizleme, kamptan bir şey çalan birinin motorla peşine düşme, rehine kurtarma, her kamp için tehlike teşkil eden Ripçiler denen kafayı kırmış tarikat üyelerinin kamplarını basma gibi görevler yapıyorsunuz.

Oyunun özellikle yakın dövüş dinamikleri oldukça keyifli. Pek çok farklı yakın dövüş silahı bulunuyor. Bazı yakın dövüş silahlarını bulduğunuz çivi gibi kaynaklarla daha güçlü hale getirebiliyorsunuz.. Menzilli, yakın dövüş, hayatta kalma şeklinde basitçe üçe ayrılan yetenek ağacından, yetenek puanı kullanarak yakın dövüş yeteneğinizi geliştirdiğinizde daha uzun kombolar yapabiliyor, daha güçlü darbeler yapıp ekstra yakın dövüş özellikleri açabiliyorsunuz.

Çatışma silahları ile çatışmak, vuruş hissi ortalamanın biraz üzerine olduğu için, çok büyük bir zevk vermiyor. Ancak yakın dövüş gerçekten çok eğlenceli. Çoğu zaman bana ateş eden düşmana ateşle karşılık vermektense, üzerine koşup kafasına çivili baltayı geçirmeyi tercih ediyorum. Bu örnekten de aslında oyunun yapay zekasının nasıl olduğunu da anlatmış oldum diye düşünüyorum. Evet düşmanların üzerine koşup, onları öldürebildiğiniz bir insan yapay zekası var oyunda. Days Gone’ın bu konuda oldukça zayıf olduğunu söyleyebilirim. Keşke oyuna hiç insan düşman koymasaymışlar dedirtiyor. Çünkü kaçıkların o korkutan, tedirgin ettiren, gerçek bir tehlike gibi hissettiren hareketlerinin yanında. Gerçek insanların boş boş ateş etmeleri göze batıyor.

Days Gone’ın iyi çalışan mekaniklerinden biri de motosiklet kullanma dinamiği. Yapımcı firma gerçekten iyi bir iş çıkartmış. Motosiklet ağır ve oturaklı hissettiriyor. Olması gerektiği gibi. Aslında oyunun başlarında kontrol etmekte zorlandığımı söyleyebilirim. “Yahu geç mi algılıyor ne? Çok ağır. Dönemiyorum virajları!” diye ağlarken, zaman geçtikçe virajlardan patinaj yapar, kaçıkların arasından slalom yaparak geçer hale gelince, demek ki motosiklet kontrollerine alışmak gerekiyor sonucunu çıkarttım. (Ya da ben çok yeteneksizim) Motosikletinizi geliştirdikçe de, yaptığınız geliştirmelerin faydasını hissediyorsunuz dayanıklılık ve performans konusunda.

"Dört tekerlek bedenini,iki tekerlek ruhunu hareketlendirir."

Özellikle yakıt tankı geliştirmesi çok kritik. Motorunuzu kullandıkça yakıtınız bitiyor. Bir anda kendinizi yabanın ortasında dımdızlak bulabiliyorsunuz. Haldır haldır kasabalarda, terk edilmiş araçlarda benzin bidonu ya da yakınlarda terk edilmiş bir benzinlik aramya koyulmanın da farklı bir heyecanı var. (Ama tavsiye etmiyorum) Kamplara ve Nero kampları adı verilen belirli noktalara hızlı seyahat yapabiliyorsunuz ancak bu hızlı seyahatleri de motorunuzla yapabiliyorsunuz ve hızlı seyahat de yakıt tüketiyor. Yani yakıt tasarrufu oyunun önemli bir parçası. Bu da gerçekçi bir mekanik olmuş. Bir yere giderken bir gözünüz sürekli yakıt tankında oluyor. Yakıttan tasarruf etmek için yüksek devirlere çıkmamaya, yokuş aşağı giderken gaza basmamaya çalışıyorsunuz. Başarılı ve işleyen bir dinamik motosiklet ve yakıt dinamiği.

Peki Days Gone genel olarak bana nasıl hissettirdi? Days Gone’ı oynadığım saatler boyunca aklımdan şu düşünce geçti. İşlerini yakından takip ettiğim Sony Bend Studio’ya en az bir sene daha zaman verilseymiş Days Gone bu neslin en iyi oyunlarından biri olabilirmiş. Temeli sağlam atılmış, iyi çalışan mekaniklere sahip, teknik anlamda sorunsuza yakın, “zombi istilası” atmosferi güzel oluşturulmuş, PlayStation 4 özel oyunlarında gördüğümüz grafik kaliteyi yakalamış bir oyun Days Gone. Ancak eksik yönleri de olan bir oyun. Özellikle hikaye anlatımı zayıf ara sahneler kötü bir film kadar sıkıcı. Sony Bend Studio bu temel üzerine -eğer yapılırsa- ikinci oyunu inşa eder, Days Gone’ın eksiklerini kapatırsa, çok daha ses getirecek bir yapımın altına imza atabilir. Days Gone güzel bir yemek ancak tuzu biraz eksik.
Posted 26 November, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
No one has rated this review as helpful yet
415.3 hrs on record (27.2 hrs at review time)
Bizim zamanımız daha yeni başlıyor!

Eminim duymuşsunuzdur, namı Meksika'ya kadar uzanan, hatta bu toprakları bile aşmayı başaran bu çete için birçok şey söyleniyor. Yıllar sonra bile salon köşelerinde, kumar masalarında yapılan muhabbetlerde adları geçiyor... Evet, evet 1800'lü yılların sonunda, hatta 1900'lü yılların başına kadar terör estiren Dutch Van Der Linde ve onun azılı çetesinden bahsediyorum. Sayısız soygun, baskın, düello, arkalarında bıraktıkları yüzlerce leş ve sürgünde geçen bir hayat.. Fakat tüm bunlara rağmen, tüm bu zorluklara ve kovalamaca ile geçen hayatlarına rağmen, son nefeslerinde bile özgür oldukları söylenir..

Evet, Dutch çetesine ve bu çetenin belki de en önemli üyelerine çokta yabancı değiliz. Her ne kadar hikayeleri kuytu köşelerde anlatılmaya devam etse de aslında finalini ilk ağızdan da öğrendik. Eğer Red Dead Redemption'ı oynadıysanız, ne kadar trajik bir şekilde hikayenin sonlandığını zaten biliyorsunuz demektir. Dutch Van Der Linde her ne kadar "Bizim zamanımız geçti John" sözleri ile akıllarda kalsa da aynı zamanda yaptıklarıyla da hala hafızalarımızda yer edinmeye devam ediyor. İşte Red Dead Redemption 2'de 1899 yılına gidiyor, Dutch ve çetesinin yaptıklarına ve çok daha fazlasına yakından bakma şansına erişiyoruz.

İlk oyunda başta John Marston olmak Dutch çetesinde yer alan Bill Williamson, Dutch Van Der Linde, Uncle, Javier Escuella, Jack Marston ve Abigail Marston gibi karakterleri zaten biliyorduk. Red Dead Redemption 2'de ise aslında çetenin ne kadar kalabalık olduğuna şahit oluyoruz da denebilir. Aktif üyeleri bir kenara bırakırsak birazdan bahsedeceğim kamp alanında, aslında bir çeteden çok aile kavramının yeşerdiğine ama her ailede olduğu gibi büyük sorunların baş gösterdiğine de tanıklık ediyoruz. Zaten Titanik'in batmasını bildiğimiz gibi çetenin çöküş hikayesini de bildiğimiz için bağlanmaya başladığınız bu karakterlerin çöküşü, bizi biraz daha üzüyor diyebilirim.

"Eğer kavga etmemiz gerekiyorsa, kavga ederiz. Eğer kaçmamız gerekiyorsa, kaçarız. Eğer ölmemiz gerekiyorsa, ölürüz ama herşeye rağmen özgür kalacağız."

Gelelim oyunda yönlendirdiğimiz karakter olan Arthur Morgan'a. Arthur Morgan, tıpkı John Marston gibi daha ufak yaşlarda Dutch tarafından büyütülmüş. Bu nedenle kendisini bir baba figürü olarak görüyor ve ona son derece bağlı olduğunu söylemese de her fırsatta belli ediyor. Aynı zamanda Dutch'ın sağ kolu da diyebileceğimiz Arthur, doğal olarak çetenin de en önemli ve aktif elemanlarından birisi. Her ne kadar vurdumduymaz bir karakter gibi gözükse de aynı zamanda tam bir görev adamı olduğunu da söylemek lazım. Bu konuda Dutch ona çok güveniyor ve oyun boyunca bu güveni boşa çıkarmayacak adımlar atıyoruz. Aynı şekilde Morgan'da Dutch'a güveniyor ve onun aldığı kararların çete için en iyi kararlar olduğundan emin bir ifade takınıyor.

Oyuna çetenin büyük bir soygundan eli boş döndüğünü öğrenerek başlıyoruz. Blackwater Kasabası'ndaki bu soygun hüsran ile sonuçlanınca çete izini kaybettirmek üzere kuzeye, karlı dağlara doğru yöneliyor. Buradaki zorlu hayat şartları ve sürekli hareket etmeden kaynaklı bazı kayıplar da verilmiş durumda. Oyuna başladığınız anda zaten toparlanma sürecine giriyorsunuz ve işin en başına çetenin ihtiyaçlarını gidermek geliyor. Aslında bu ihtiyaçların kolay kolay bitmediğini de söyleyebilirim. Bir süre sonra her ne kadar sıcak topraklara göç ediyor olsak da çeteniz ile sürekli ilgilenmeniz gerekmekte. Yani çete elemanları ile sohbet etmeyi, onlardan aldığınız gerek ana, gerekse de yan görevleri bir kenara bırakın, onların yaşam şartlarını yükseltmeye de çalışıyorsunuz. Avcılık dışında toplayacağınız önemli materyaller ve tabi ki para ile kamp alanını geliştirmek de sizin elinizde.

Babacan bir konuşma yapan Dutch, çetenin toparlanması ve ikame ettirilmesi için bir bağış kutusu koyuyor ve tüm çete elemanlarının yaptığı gibi siz de kazandığınız paraları ya da değerli eşyaları bu kutuya koyabiliyorsunuz. Tabi yatırılan paralar için ayrı bir defter de tutulmuş. Bu defterde kim ne kadar para yatırdıysa net bir şekilde gözüküyor. Tabi oyunda ilerledikçe en büyük katkıyı sizin yaptığınızı anlıyorsunuz. Siz yüzlerce dolar bağışlarken çete üyelerinin sadece birkaç dolar bağışta kaldığını görünce doğal olarak biraz canınız sıkılabiliyor. Ama unutmayın, aile her şeyden önce gelir ve bu ailenin hayatta kalması için de sizin sırtlamanız gereken önemli bir yük bulunmakta.

"Bizi sıkı bir şekilde takip ediyorlar, çünkü korktukları her şeyi biz temsil ediyoruz.."

Peki ama bu kutuyu nasıl dolduracağız? Aslında bu sorunun cevabı o kadar zor ki çünkü oyunda yapılacak, daha doğrusu para kaynağı olan onlarca şey bulunuyor. Yaptığınız görevlerden zaten payınızı alıyor ve bir nevi cebinizi dolduruyorsunuz. Ayrıca avcılık ya da etrafı araştırmak da en önemli para kaynaklarınız arasında yer alıyor. Avlandığınız zaman adeta avınızın etinden sütünden, kısacası her yerinden faydalanıyorsunuz. Kürkünü çıkartıp craft için kullanabilir, boynuzlarını ya da topladığınız etleri satabilirsiniz. Bu noktada avcılık olayına bir parantez de açalım çünkü avcılık unsurunun altı çok güzel bir şekilde doldurulmuş. Öncelikle avcılık oyunda çok önemli bir yere sahip ve avladığınız hayvana ve onu avlama şeklinize göre bile olayın farklı sonuçları doğabiliyor. Yani avınızı okla öldürmek yerine silah kullanırsanız postu daha ucuza gidiyor.
Avlandığınızda avınızı bütün halinde atınızın arkasına koyup kamp alanına götürebiliyorsunuz. Ya da derisini soyup, demin de söylediğim gibi parçalarına ayırmak da mümkün. Ayrıca bütün olarak taşıdığınızda elinizi çabuk tutmanız gerekiyor. Uzun süre işlem yapmazsanız atınızın arkasında bağlı olan bu avın yavaş yavaş çürüdüğünü, etrafında sinekler uçuşmaya başladığını fark ediyorsunuz. Yeri gelmişken atınız devrilirse ya da derin bir sudan geçerseniz yükünüzün düştüğünü de söyleyeyim. Bu gibi bazı durumlarda sermayeyi kediye yüklemişliğim de oldu. Örneğin çok değerli bir ayı postunu, çatışma sırasında akarsuya düşürüp kaybettiğimde içime resmen öküz oturmuştu. Evet oyundaki hayvan çeşitliliği oldukça fazla ve tam 178 farklı hayvan çeşidi bulunuyor. Bunların arasında bizonlardan tutun da geyiklere, kuşlara ve sürüngenlere kadar birçok farklı türe yer verilmiş. Üstelik balıklar bu kategoriye girmiyor bile. Bu hayvanlar dışında oyunda 30 farklı balık çeşidine de yer verilmiş ve bu balıkları da tutabiliyorsunuz.

Tabi avlanmak o kadar basit değil, hele ki özel bir avın peşindeyseniz (Oyunda efsanevi diye geçen özel avlar da var bu arada). Etrafta koşturan hayvanları anında okunuz ile vurup alaşağı edebiliyorsunuz. Fakat sizden kaçmayı başaran ya da özel olarak ihtiyacınız olan bir hayvan ise iz sürmeniz gerekmekte. Yani yeni bir silah askılığı istiyorsanız ve bunun için sadece özel bir bölgede bulunan geyik postuna ihtiyacınız varsa, o geyiği bulmanız ve izini sürmeniz gerekiyor. İz sürme işlemi ise ayrı bir tuşa atanmış. Bu tuşa bastığınızda Witcher Sense sistemine benzeyen Eagle Eye adında bir önsezi moduna giriyorsunuz. Bu moda girdiğinizde avınızın kokusunu takip edebiliyor ve hangi yöne doğru gittiğini görüyorsunuz. Hatta sizin kendi kokunuz bile bu ön sezi modunda gözüküyor ve rüzgara göre farklı bir yöne salınabiliyor. Avınız kolay ise onu tek hamlede indirmeniz mümkün. Fakat daha büyük bir av peşindeyseniz, o avı çekmek için aynı zamanda tuzak kurmanız da gerekiyor. Yeri geldiğinde bir parça et bırakıyor ve pusuya yatıyorsunuz. Burada dikkat etmeniz gereken nokta ise avınızın ne kadar vahşi olduğu. Örneğin büyük bir ayı ile karşılaştıysanız The Revenant filmindeki meşhur sahneye de hazırlıklı olmanız gerekiyor. Bu noktadan sonrasını sizin deneyiminize ya da hayal gücünüze bırakmak istiyorum :)
Posted 6 November, 2021. Last edited 6 November, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
822.9 hrs on record (30.3 hrs at review time)
Bilinmesi gereken en önemli detay ise Cyberpunk Evreninin temellerinin 1800'lü yılların sonuna kadar uzanan bir külliyata sahip olması. Aradan geçen geçen bu süre zarfında şirket savaşları, trajik olaylar ve efsane karakterler bu şehrin kanlı geçmişini de oluşturmuşlar. Oyunla ilgili olan bazı kilit karakter ve bu karakterlerin hikayelerini zaten oyun sırasında görüyorsunuz. Başta Johnny Silverhand olmak üzere onun kız arkadaşı Alt Cunningham ya da Rogue, Adam Smasher gibi Cyberpunk dünyasına aşina olanların bildiği birçok karaktere oyunda bir şekilde yer verilmiş. Cyberpunk 2077 tarih olarak günümüz ile benzer bir geçmişe sahip. Fakat zaman çizelgesi aslında 1800'lü yılların sonu ve özellikle 1900'lü yılların başından itibaren artık alternatif bir tarih çizgisi şeklinde ilerliyor. 80'li 90'lı yıllar ile birlikte artık teknolojinin çok ilerlediğini hatta milenyum ile birlikte Cyberpunk dünyasını oluşturan birçok temelin çoktan atıldığını görüyoruz. Yazıda da şehrin geçmişine odaklanmaktansa oyundaki durumuna değinmek istiyorum.

"Oyunda Johnny Silverhand başta olmak üzere Cyberpunk evreninin birçok önemli karakterine yer verilmiş."

Görev işleyişinde rastgele gelişen çatışmalar dışında şimdiye kadar tekrar eden bir görev yapısı ile karşılaşmadım. Tabi yan görevlerde araba çalma ya da belli hedefleri imha etme gibi farklı mekanlarda benzer görevler var. Ama ana görev işleyişinde hikayenin gerçekten de su gibi akıp gittiğini söyleyebilirim. Daha oyunun ilk saatlerinde bile beklemediğiniz olaylarla, heyecanlı durumlar ile karşılaşıyorsunuz. Diyalog ve hikaye işleyişi konusu oyunun bana göre en büyük artısı olmuş. Bunun dışında üç, dört gün boyunca sadece yan görev peşinde koştuğum, ya da şehrin, Badlands bölgesinin farklı noktalarında yarışlara katıldığım da oldu. Özellikle Badlands yarışları hakikaten çok keyifli. Kum fırtınaları arasında direksiyon sallamak oyunun şehir ve dış bölgelerde ne kadar farklı bir atmosfere sahip olduğunu da gözler önüne seriyor.

"Johnny abimiz kimseyi takmayan, sivri dilli bir karakter portresi çiziyor."

Oyundaki çatışma dinamiklerine gelecek olursak önemli eksiklerine rağmen keyifli geçtiğini söyleyebilirim. Öncelikle hem yakın dövüşte hem de silahlı çatışmalarda vuruş hissiyatı çok düşük. Keşke biraz ses oyunları ile bu hissiyatı kuvvetlendirselermiş. Neyse ki buna rağmen karakteriniz geliştikçe çatışmalardan da daha fazla keyif alıyorsunuz. Örneğin oyunun ilk saatlerinde sürekli katana, hafif silah ve makinalı tüfek şeklinde ilerliyordum. Z bıçaklarını açınca katana, pala gibi yakın dövüş silahlarını bıraktım ve ekstra bir silah slotuna sahip oldum. Çünkü Z bıçakları resmen kollarınızda katana taşıyormuş hissiyatı yaratıyor.

Ayrıca çatışmalarda bomba kullanmak, düşmanları ya da çevrede bulunan bazı objeleri çatışma anında hacklemek oldukça keyifli olmuş. Çatışmalar yoğun ve bir o kadar da kanlı geçiyor. Elinizde iyi bir silah varsa kopan uzuvların haddi hesabı yok diyebilirim. Çatışmalardaki bir diğer eksik ise yapay zekanın zaman zaman sapıtması. Bazen siper alan, siper değiştiren ya da kafasını bile çıkarmak istemeyen karakterler ile karşılaşıyorsunuz. Ama kalabalık çatışmalarda yapay zeka biraz sapıtıyor ve daha harale gürele bir çatışma durumu yaşanıyor.

Gelelim oyunun grafik ve teknik detaylarına. Bu konuda oyunu iki farklı kulvarda irdelemek istiyorum. Birisi oluşturulan dünya, grafiksel detaylar, diğeri ise hatalar ve karşılaştığımız bug'lar olsun. Öncelikle CD Projekt Red'in çok güzel bir dünya tasarladığını baştan söylemem gerekiyor. Şehirde yaya olarak ya da farklı araçlarla dolaşmak, detaylar arasında kaybolmak gerçekten de çok keyifli. Devasa gökdelenler ve futuristik yapı dışında sokak aydınlatmaları, duvarlardaki grafitiler üzerinde bile özenle durulmuş.

Tabi oyunun müziklerini de es geçmeyelim. oyunun kendine özel olarak hazırlanan şarkılar dışında parça seçimleri ve atmosfer müzikleri çok başarılı olmuş. Aracınızla giderken şarkı dinlemek, farklı radyo istasyonları arasında dolaşmak oyundan aldığınız keyfi arttıran ufak nüanslar arasında yer alıyor. Bu arada araç iç tasarımlarını da çok sevdim. Model model tasarlanmış ve radyo dinlerken frekans dahil her şeyi görebiliyorsunuz. Araçlar demişken sürüş hissi mükemmel değil ama oyunu baltalayacak, sırıtacak kadar da kötü değil.
Posted 8 September, 2021. Last edited 8 September, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
No one has rated this review as helpful yet
2 people found this review funny
757.8 hrs on record (22.3 hrs at review time)
Fus Ro Dah
Posted 30 July, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
No one has rated this review as helpful yet
839.7 hrs on record (65.9 hrs at review time)
Bir Hideo Kojima Oyunu!
Hideo Kojima'nın 2002 Ekim'inde Metal Gear Solid 2: Substance'i PC'ye çıkarmasının ardından uzun yıllar geçti. Metal Gear Solid V:The Phantom Pain'in girişi niteliğinde olan ve Substance'den sonra ilk defa PC için çıkan MGS oyunumuz Ground Zeroes'e kucak açmıştık. Her ne kadar eleştirmenlerden oyunun senaryosunun çok kısa olması ve alanımızın kısıtlı olmasından dolayı olumsuz puan alsa da dönem oyunlarına kıyasla, gerek gizliliği, gerek senaryo bütünlüğü bakımından oldukça önemli bir oyundu Ground Zeroes.

Metal Gear Solid V:Ground Zeroes'tan 1.5 yıl sonra da Hideo Kojima ve Konami, asıl beşinci oyun olan Metal Gear Solid:The Phantom Pain'i, Salı günü PS3-PS4-Xbox one ve Xbox 360 için satışa sundu.

-Forget everything. Your name, your past.
Bu bölümde oyunun Giriş bölümünden bazı detaylar bulunmaktadır. Spoiler içermese bile oyun hakkında hiçbir hikaye detayı öğrenmek istemeyenler bu kısmı atlayabilirler.

"9 Yıllık uykusundan uyanan kahraman"
Hideo Kojima'nın son MGS oyunu Kıbrıs Rum Kesiminde bulunan bir hastanede başlar. Profesör, bize her ne kadar zorlansa da, Snake'in 9 yıldır komada olduğunu söyler. Geçirdiği şoktan sonra Venom Snake, hemşire tarafından uyutulur.

Patlamada ortaya çıkan bir çok şarapnel(bunların arasında insan dişi kemiği gibi yapılar da var) kafatasımıza ve göğüs kafesimize saplanmıştır. Röntgen filmlerimizi bize gösteren profesör, bunların bir çoğu alınsa da bir kısmının hala içeride olduğundan bahseder. Fakat daha büyük bir sorun vardır. Patlamada Snake(oyunda kullanılan ismi ile Venom Snake) sol kolunu kaybetmiştir.

"-Forget everything. Your name, Your Past." (Her şeyi unut. İsmini, geçmişini.)

Hastanenin sunduğu güvenli ortam elbette sadece bir illüzyondan ibarettir ve bir noktada işler karışır. Hastaneden güçlükle kaçarız ve bizi eski bir dost karşılar.Bu eski dost Ocelot'tan başkası değildir.

Diğer MGS oyunlarında olduğu gibi, oynanış oyuncuya göre şekillenebiliyor. İşte tam da burada gizlilik faktörü devreye giriyor. Görevleri, isterseniz kimsenin ruhu duymadan bitirebilirsiniz. Oyunun ilk Open-World MGS oyunu olması, gizlilik bazlı oynayanlar için harika bir olay. MGS açık dünyaya dönüşünce, oynanış özelliklerine daha önce hiç olmadığı kadar önem vermiş. Bu elbette sinematik ağırlıklı önceki oyunları arayanlar için kusur gibi görünebilir ama inanın hiç öyle değil. Oynanış öylesine çeşitli ve detaylı ki Hideo Kojima'nın imzasını, ekibinin dehasını geçen her saniyede daha çok hissediyorsunuz.

Snake'i kontrol etmek, bir önce çıkan oyunumuz MGSV:Ground Zeroes ile neredeyse tamamen aynı. Oldukça rahat ve kullanışlı. Şuanda tek eksisi, PC oyuncuları için ilk bölümlerde "kontroller" menüsünün konsol kontrolleri olması.

Oyuna eklenen detaylarsa oyuncuları atmosfere hayli bağlıyor. Hiç sevmediğimiz bir özellik olan, oyunlarda bineğinizi çağırdığınızda, kilometrelerce öteden bir anda yanınıza ışınlanması oldukça can sıkıcı bir olay. Yapımcı kadrosu, bu konuda çok ince düşünmüş. helikopter,binek vb gibi, siz çağırdığınızda gelen araçlar, sizin bakmadığınız yönden geldiği için, asla ışınlandığını görmüyorsunuz.

Phantom Pain'in açık dünyası hem teknik anlamda hem de içerik açısından resmen dolu dolu.
Fox Engine motorunu kullanan oyunda, grafikler ne kadar güzel olsa da performans konusunda geri adım atmamak konusunda kararlılığını koruyor. İyi ki de koruyor. Oyunda,normal bir bilgisayar sistemi ile "Mükemmel" e yakın bir performans alabiliyorsunuz. Bu da, daha başarılı bir oyun sunuyor karşımıza. Optimizasyon konusunda, Kojima ve ekibine tam puan veriyoruz.

Evet, biz oyunu PC'de inceledik ama Metal Gear Solid V: Phantom Pain, konsollarda 1080p/60fps ile çalışıyor. Geliştiricilerin oyunları sürekli olarak 30fps çıkarmasına tepki adeta. Hani Kojima "Siz daha elinizdeki cihazı bilmiyorsunuz." diyor sanki.

İşin diğer bir teknik kısmıysa yapay zeka. Gizlilik/Aksiyon oyunlarında yapay zeka oyundan aldığınız keyfi direkt olarak etkiler. Oyunda kullanılan yapay zekanın son dönem çıkan oyunlar arasında "en iyi" yapay zeka olduğunu söylemem gerekir. Ground Zeroes'ta kullanılan yapay zekaya ufak eklemeler de yapılmış. Askerler, artık sizin yaklaştığınızın istihbaratını aldığında, size tuzak kurabiliyor, duruma göre pozisyon alıp, avantajı eline geçirebiliyorlar.

Yine her Metal Gear oyununda olduğu gibi, Phantom Pain'de de mizah öğeleri geniş yer kaplıyor. Örneğin, eğer bir görevde 2 defa üst üste gizlenemediğiniz için ölürseniz, oyun size tavuk maskesi sunuyor. Eğer giyerseniz, sizi gören bir kaç asker sizden utanarak yüzünü kapıyor ve sizi görmemezlikten geliyor.

Oyunda maceramıza yoldaşlık edecek birçok sevimli dostumuz da mevcut. At,oyundaki adıyla D-Horse daha oyunun başında bize veriliyor. Eğer, köpek açmak istiyorsak, haritada bir köpeği bayıltıp, fulton'layarak ana üsse göndermemiz gerekiyor. Bunu yaptıktan sonra köpeğimiz de bir D-dog oluyor!

Bunca özellik, yenilik ve mekaniğe baktığımda genel resmi görmekte pek zorlanmıyorum. Oyun süresinin uzunluğu,eğlenceli yan görevler mükemmel müzikler ve gizlilik gibi pek çok faktörü bulunduran Metal Gear Solid V: Phantom Pain, her bir santimetresinde, her bir taşın altında Hideo Kojima ve onun dehasını paylaşan ekibin imzasını taşıyor. Son büyük MGS oyunu öyle bir arz-ı endam ediyor ki bir noktadan sonra kontrolleri bırakıp, bu harika ekibi alkışlamak, onları onurlandırmak istiyorsunuz.

Çünkü Metal Gear Solid V: Phantom Pain sadece bir oyun değil, yeni gelecek birçok oyuna yol gösterecek kadar detay dolu, teknik anlamda birçok firmaya ders verecek kadar stabil bir başyapıt. "Ben oyuncuyum." diyen her bünyenin mutlaka yaşaması gereken gerçek bir macera.
Posted 12 December, 2019. Last edited 5 April, 2021.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
896.9 hrs on record
Witcher 3 hakkında bugüne kadar çok şey yazılıp çizildi. Oyun çıkalı da neredeyse 9 sene olduğu için hikâyesi nedir, oynanışı nasıldır gibi detayları hemen hemen artık hepiniz biliyorsunuzdur. Wild Hunt tarafından kaçırılmadıysanız tabii… O yüzden gelin direkt olarak işin bizi ilgilendiren civcivli kısmına, yani yeni nesil güncellemesinin oyuna neler kattığına bakalım.

En dikkat çekici yenilik tabii ki grafikler. Witcher 3 zaten kendi zamanı için bile çok güzel gözüken bir oyundu. DirectX 12’ye geçişle birlikte oyunun görsel zenginliği birkaç kat artmış resmen. Karakter ve canavar modellemeleri artık daha keskin, daha net. Doğa manzaraları da inanılmaz güzellikte. Görüş mesafesi iyice arttırıldığından Kaer Morhen’in balkonundan ya da yüksek bir tepenin zirvesinden aşağıdaki manzaraya baktığınızda uzaktaki dağların zirvelerini, köyleri, hatta kulübelerin bacalarından yükselen dumanları bile seçebiliyorsunuz. Buna Ray Tracing nimetleri de eklenince ortaya muazzam bir görsel şölen çıkmış. Gün doğumu ve gün batımı efektlerinde yapılan geliştirmeler sayesinde kızıl veya altın sarısına bürünen gökyüzünü seyretmeye doyamıyorsunuz. Durmadan ekran görüntüsü alasınız geliyor. Göller ve denizler muazzam gözüküyor. Hakeza ağaçlar ve bitkiler de öyle… Skellige’de dolaşırken karlı dağların zirvelerinden buzlu bir pus dalgası iniyor, bataklıklarda yerden yoğun bir sis perdesi yükseliyor, daha bir sürü şey…

Tek geliştirme grafikler değil elbette. Yeni eklenen kamera açıları da atmosfer anlamında büyük fark yaratıyor. Oyunda üç farklı yeni kamera açısı bulunuyor. Savaş, keşif ve at sürme… Yeni nesil güncellemesiyle bu üç atraksiyon sırasında kamera omzumuzun üstüne sabitlenmiş ve bu sayede kendimizi daha çok olayın içinde hissedebiliyoruz.

İşin güzel yanı bunların hepsini istediğiniz gibi, sadece tek bir tıkla değiştirebiliyorsunuz. Grafik ayarlarında Low, Medium, High ve Ultra’nın yanında artık RT ve RT Ultra seçenekleri de var. Eğer Ray Tracing özelliği FPS değerinizi çok düşürüyorsa hemen, tek bir tıkla, oyunu kapatmadan daha düşük bir ayara geçip oynamaya devam edebiliyorsunuz. Omuz kamerasını ve diğer ayarları da yine tek tıkla kapatıp açmak mümkün. PC’niz DX12 grafiklerini kaldırmadı mı? GOG Launcher’dan 11’i seçip eski grafiklere de geçebiliyorsunuz. Erişilebilirliğin dibine vurmuşlar desem yeridir.

Tabii bu güzelliklerin yanı sıra negatif enerji saçan, çakralarınızı yamultan yanları da var Witcher 3’ün. Benim karşılaştığım en büyük problem oyunun her 4-5 saatte bir çökmesi oldu. Ekran birdenbire, sanki çözünürlüğü düşürmüşsünüz gibi bulanıklaşıyor, ardından oyun çat diye kapanıveriyor. Neyse ki otomatik kayıt alıyor da pek bir kaybınız olmuyor. Yine de can sıkıcı bir durum tabii. Bunun haricinde bazen, çok nadiren grafiksel hatalar oluyor. Gölgeler bir belirip bir kayboluyor, çimler yeşil çizgiler hâline geliyor falan.

Bir-iki kere de canavarların yapay zekâsı sapıttı. Size saldırmayı bırakıp kaçmaya başlıyorlar. Bir keresinde koskoca kırsalın ortasında elimde bir kılıçla bir hayaletin peşinden koşup durdum. Ben kovaladım, o kaçtı, ben kovaladım, o kaçtı. Çok komik bir andı gerçekten. Ama dediğim gibi, çok az rastlanan hıçkırıklar bunlar.

CDPR forumlarını karıştırdığımda ekibin bu sorunlardan haberi olduğunu ve bir yama üstünde çalıştıklarını gördüm. Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada çoktan yayınlanmış olacak belki de.

Tabii bir de oyunun doğuştan bug’ı olan Roach var. CDPR her şeye çare bulmuş, bir tek bizim şu manyak atımızı adam edememiş. Yine dağlara, tepelere, çatılara falan çıkıp duruyor, çitlere takılıyor, olmadık açılarda eşyaların içinde ortaya çıkıyor falan. Komik de oluyor açıkçası :) Bilerek mi düzeltmediler acaba diye düşünmedim değil.

Özetle gelmiş geçmiş en iyi açık dünya RYO’larından biri olan The Witcher 3, yeni nesil güncellemesiyle görkemine görkem, haşmetine haşmet katmış. Hâlâ oynamadıysanız daha da bir şey demiyorum size. Çal kemancı! Lele ley leley! Lele ley leley!

Artılar:
*Muazzam hikâye, muazzam karakterler, muazzam oynanış
*Ray Tracing kapalıyken bile muhteşem görünen grafikler
*Erişilebilirlik seçeneklerinin zenginliği
*NPC çeşitlendirmeleri

Eksiler:
*Bazen çöküyor
*Ufak tefek grafiksel hatalar

Son Karar: Son 10 yılın en iyi RYO’larından biri olan The Witcher 3, adından bir 10 sene daha bahsettirmeye kararlı. Zaten bir başyapıt olan oyun, yeni nesil güncellemesiyle mükemmelliğe bir adım daha yaklaşmış.
Posted 30 June, 2019. Last edited 15 October, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
Showing 1-10 of 10 entries