73
Products
reviewed
864
Products
in account

Recent reviews by brkkrkya

< 1  2  3 ... 8 >
Showing 1-10 of 73 entries
5 people found this review helpful
44.7 hrs on record
Bir insanın doğasını ne değiştirebilir? Aşk, pişmanlık, intikam veya korku mu? Kim derdi ki bu sorunun cevabını bulmak için bir insan, defalarca kendisini ölüme götürecek?

Morgda uyanan bir adam. Kendisine dair hiçbir şeyi hatırlamıyor. Yanında ise kendisini daha önceden tanıdığını söyleyen ama yine de bildiği şeyleri anlatmayan, bilmezden gelen lanetlenmiş bir iskelet var. Adamın vücudunun her yerine dövmeler yapılmış. Üzerindeki yazılardan birisi “Günlüğü bul ve onu oku” diyor. Böylece Planescape Torment’in dünyasında yolculuğumuza başlıyoruz. “Planes” isimli dünya tekinsiz ve insanların birbirine güveninin kalmadığı, acımasız bir yaşam yeri haline gelmiş. Bir kısmında insanlar sefalet içerisinde yaşarken, diğer kısımlarında çeteler cirit atıyor, diğer kısımlarında ise dini örgütler ile çete ve benzeri oluşumların iç içe geçtiği yaşamanın tatsız tuzsuz olduğu bir dünyanın bizleri beklediğini görüyoruz. Yolculuğumuza kim olduğumuzu, buraya nasıl geldiğimizi öğrenmeye çalışarak başlıyoruz. Ancak etraftaki kimse bizi tanımıyor ve dış görünüşümüzün çürümüş bir ceset haline gelmesi de bizi daha da tanınmaz yapıyor. En ufak bir ipucuna muhtaçken, hiç ummadığınız birisinin “Bir dakika ben seni daha önce görmüştüm.” demesiyle bütün heyecanımız yerine geliyor, içimiz gizem perdesinin bir an aralanacağı hissiyle doluyor. Ancak yapımcılar oyundaki hikaye temposunu o kadar güzel dengelemişler ki, oyun size hep hikayenin ufak bir kısmını vererek, karakterimizin gizemini oyunun sonuna kadar canlı tutmayı başarıyor. Klasik bir CRPG olan oyunda elbette ki yoldaşlarımız da var. Yolculuğumuz boyunca bize eşlik edecek yoldaşlarımızı, çeşitli yerlerde rastlaşarak ekibimize katabiliyoruz. Mükemmel kurgulanmış bu fantezi evreninde, karakterlerin arka planları da özenle tasarlanmış. Morte gibi geveze bir karakter ile D’akkon gibi ketum ve son derece ciddi bir karakteri aynı ekipte kontrol ediyoruz. Hatta Fall From Grace gibi zarif ve yardımsever bir canlıyla onun tam tersi karakterdeki Anna’yı sık sık birbirleriyle atışırken buluyoruz. Klasik bir CRPG’den de beklenildiği gibi karakterimizi büyücü, savaşçı, hırsız gibi sınıflara yönlendirebiliyoruz. Bunun karşılığını da oyunda doğrudan görebiliyoruz.

Planescape Torment bence bu güne kadar yazılmış en iyi oyun. Kaliteli bir fantastik roman okuyormuşsunuz hissiyle içinizi sık sık dolduruyor. Zaman zaman size yaşamanın ne olduğunu sorgulatıp, kimi zaman bir isme sahip olmanın bir insan için öneminin ne olacağına dair felsefi diyaloglar okuturken, kimi zaman da kaliteli mizahıyla yüzünüzde sık sık gülümsemelere neden oluyor. Chris Avellone’un usta kalemiyle ortaya çıkan oyun, kalitesini her köşede gösteriyor. Klasik izometrik kamera açısıyla oynadığımız oyunun grafikleri, türdeşi diğer oyunlar gibi yıllara harika meydan okuyor. Remaster edilmesiyle arayüzünün daha kullanışlı bir hale getirilmesi, geniş ekran desteğiyle yüksek çözünürlüklerde de oynayabilmek ve yükleme sürelerinin aşırı kısa olması oyundan kopmanın da önüne geçmiş. Oyunun her aşamasında değiştirilebilen zorluk seviyesi, sizi çok zorlandığınızda bile devam edebilmeniz için elinizden tutuyor. Bence bu şahane evreni bir crpg sever değilseniz bile kolay zorlukta tecrübe etmelisiniz. Oyunun atmosferinin derinliğini harika bir şekilde perçinleyen müziklerini ise Fallout 1 ve 2’den tanıdığımız Mark Morgan yapmış. Eminim müzikler belli bir süre sonra sizin de kafanızın içinde çalmaya başlayacaktır.

Benim oyunu normal zorlukta bitirmem 45 saat civarında sürdü. Büyücü olarak başladığım yolculuğuma savaşçı olarak devam etmeye karar verdim. Büyücülük bana hitap etmiyordu. Zaman zaman zorlayıcı savaşlara girip, epey taktik kasmam gerekse de oyunun genelinde çok fazla zorlanmadığımı söyleyebilirim. Eğer sizde oyunlarda metin okumaktan sıkılmıyorsanız, kaliteli bir hikaye ve diyaloglar arıyorsanız ve hatta biraz dedektiflik de seviyorsanız Planescape Torment’e bir şans vermelisiniz. Muhtemelen başından sonuna kadar böyle harika yazılmış bir oyunu daha uzun yıllar göremeyeceğiz gibi görünüyor.

İyi oyunlar.
Posted 19 October, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
2 people found this review helpful
53.5 hrs on record
Suçluların cirit attığı, kimsenin kimseye güveninin kalmadığı, insanların yalnızlığa sürüklenerek kendi kaderlerine terk edildiği Cyberpunk dünyasında, biz de ayakta kalmaya çalışan, sistemin bizi ezmemesi için türlü mücadelelere girmekten kendini alıkoymayan V isimli karakteri canlandırıyoruz. V’nin bu hayattaki en büyük hayali bir efsane olarak ölmek. Efsane olarak yaşayıp yine efsane olarak ölmek isteyen V’nin idolize ettiği karakter ise bir Night City efsanesi Johnny Silverhand. Mega şirketlere rock grubuyla savaş açan, bir dönemin gençliğini peşinden sürükleyen Silverhand, deli dolu karakterine yakışır bir hareket yaparak Arasaka isimli dev şirketin binasına bombalı saldırı yaparak, halk arasında bir efsane olarak, adını tarihe yazdırarak bu dünyadan göçüp gitmiş. Ancak V ile yolları bir şekilde kesişecek ve kaderleri ortak hale gelecek.

Cyberpunk 2077’den ne zaman bahsedilecek olsa, çıkışındaki skandallar ilk önce akla geliyor. İnsanlar beğenmiş olsa bile, oyunu övmek konusunda kimileri çekimser davranıyor. Kimisi ise asla affedilmemesi gereken bir günah olarak çarmıha gerilmiş olarak kalması taraftarı. Benim fikrime gelecek olursak... Ağzımda kekremsi bir tat bıraktığını söyleyebilirim.

Öncelikle ben oyuna ön sipariş vermemiştim. Çıkışının ardından yaşanan meselelerden sonra da yine satın almadım. Ta ki 2.0 güncellemesinin geleceği duyurulup, ek paketi Phantom Liberty ön siparişe açılana kadar. Yani ben oyunu bütün geliştirilmesi tamamlanıp, bitmiş halini ek paketiyle beraber deneyimledim.
Oyuna başladığımızda bize 3 farklı sınıf seçeneği sunuyor ve bunlara göre karakterimizin arka plan hikayesinin ve başlangıç görevinin değiştiğini görüyoruz. Bunun ne olduğunu eğer Dragon Age Origins oynadıysanız, oradaki başlangıç sınıfına göre oyunun başlangıcının değiştiği örneğini verebilirim. Ben oyunu göçebe sınıfı ile hack ağırlıklı bir karakter yaratarak oynadım.

Gelelim oyunun esas meselesine. Yani şehrimize. Cd Projekt oyunu sandbox olarak tasarlamış. Ben açık dünya kavramını Cyberpunk 2077 için uygun bulmuyorum açıkçası. Çünkü özgürce gezeceğiniz, sürekli bir şeyleri keşfedeceğiniz bir şehir yok önünüzde. Oynarken bana daha çok Mafia 2 oynuyormuşum tadı verdi. Mafia 2’de de güzel görselliğe sahip, hoş tasarlanmış bir şehir vardı ama sadece arabayla sokaklarında gezmekten öteye gidemiyorduk. Tabi ki Cyberpunk bir rol yapma oyunu ve şehirde çok daha fazla detay var. Ancak bunlar cinsel aktivitelerden, kıyafet dükkanlarından, siber doktorlardan ve araba çalmaktan vesaire öteye gidemiyor. Yani suçun ve illegalitenin merkezi olan Night City’de kumar oynayamıyoruz. Taa San Andreas’ta yapabildiğimiz bilardo oynama, Yakuza’daki gibi arcade makinalarından oyun oynama gibi etkinliklerin hiçbirisi bu oyunda yok. Açıkçası bir görevden başka bir göreve koştururken arada kumar, bowling, bilardo, araba yarışı tarzı çeşitli yan etkinliklere girebilmek, şehre hem çok daha yaşayan gerçekçi bir şehir havası verirdi hem de kafa dağıtmalık aktivite sayısı artmış olurdu. Bunların eksikliğini oyunda 10-15 saati devirdikten sonra hissedeceğinizi düşünüyorum.

Peki oyunda yan görevler yok mu? Tabi ki var. Hem de sizi epey meşgul edecek sayıda. Biliyorsunuz ki Cd Projekt’in alamet-i farikası detaylı yan görevler tasarlamalarıdır. The Witcher 3’te diğer açık dünya oyun yapan firmalara adeta ders niteliğinde görevler tasarlayan ve oyuncuların unutamadığı yan görev zincirleri yapan firma, Cyberpunk 2077’de de bundan geride kalmamış. Yan karakterlerin, karakterimiz V’ye cep telefonu aracılığı ile ulaşıp ona tekliflerde bulunarak yan görevler vermeleri, yaşadığımız çeşitli olayların neticesinde bize o karakterleri daha detaylı tanıma fırsatı veriyor. Yan görevler ile yeni görevler zincirine başlayabiliyoruz ya da araba çalma, bir yeri hackleyip verileri ele geçirme tarzı daha az derinliğe sahip, ödüle odaklı görevler yapabiliyoruz.

Oyunun grafikleri gayet güzel ve optimizasyon adına herhangi bir sorun yaşamadım. Ancak genel kitlenin aksine oyundaki müziklerin çok iyi olmadığını düşünüyorum. En azından radyodaki müzik çeşitliliğini artırabilirlermiş.

Oyunun en iyi olduğu taraflardan birisi de farklı karakterler tasarlamanıza izin veriyor olması. Yani benim gibi tamamen sessiz ilerlemeye, mekanlara sızmaya odaklı bir karakterle ilerleyebilirken, tam tersi şekilde tamamen saldırı odaklı bir karakter de yaratabiliyorsunuz. Üstelik bu saldırı yeteneklerinizi de yakın dövüş veya menzilli silahlar olmak üzere yine ayırabilirsiniz. Katana ile düşmanların üzerine koşup, zamanı yavaşlatıp, düşmanları kuşbaşı yapan bir ölüm makinası olabileceğiniz gibi, elemental hasarlar veren mermilerinizi kuşanıp daha taktiksel şekilde ve görsel efektler eşliğinde ortalığı dağıtabilirsiniz. Ya da susturuculu tabancamı alır siperlerden kafaların sıka sıka ilerlerim de diyebilirsiniz. Bu da oyunu farklı sonlarıyla beraber tekrar tekrar oynanabilir yapıyor.

Uzun lafın kısası, Cyberpunk 2077’den hepimiz Baldur’s Gate 3 derinliği ve çeşitliliği bekliyorduk. Ancak tutulmayan sözler, söylenen yalanlar, yaşanan skandallar sonucunda yine de elimizde keyifle oynanabilen bir 2.0 versiyonu var. Eğer Cyberpunk temasını seviyorsanız, bu temada oynayabileceğiniz en yüksek prodüksiyonlu oyun muhtemelen bu. Benim kalbimdeki favori Cyberpunk oyunum ise Deus Ex serisi olmaya devam edecek. İndirimlerde (artık ne kadar indirim diyebiliyorsak) kaçırmamanızı tavsiye ederim. Özellikle de ek paketiyle beraber almanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Posted 30 May, 2024. Last edited 30 May, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
6 people found this review helpful
25.6 hrs on record
The Sinking City nedir diye sorulsa vereceğim cevap AA oyun nedir sorusunun karşılığıdır derim. Düşük prodüksiyon, fazlaca animasyon glitchleri ve buglar, ham ve eksik hissettiren oynanış... Bunca eksiğine rağmen bu oyun, oyuncuyu çekmeye ve kendisini oynatmayı nasıl başarıyor sorusu daha önemli bir konu.

Charles Reed belli bir süredir rüyalarında aynı kabusu görmekte ve o ses kendisini bulunduğu yere çağırmaktadır. Bu kabusları geçmişteki travmalarına bağlayan ve olabildiğince görmezden gelmeye çalışan Reed, artık uyku ilaçlarıyla bile uyuyamaz hale gelir. Oakmont şehrini vuran sel sonrası şehrin yerle bir olması, daha da önemlisi aklını kaybeden çok sayıda insanın olduğu haberlerinin yayılması ve Charles'ın rüyalarıyla örtüşen görülerin şehir halkı tarafından da görüldüğünü öğrenmesi üzerine, bir gemiye atlayıp Oakmont şehrine gider. Kendisi dedektif olduğu için şehirdeki olayları araştırmasına izin verilir ancak bulduğu şeylerin şehrin üst düzey yöneticileri ile paylaşılması şartı da koşulur. Oakmont şehrinin sakladığı gizemlere böylece giriş yapmış oluyoruz.

Unreal Engine 4 ile geliştirilen oyunun grafikleri ne çok güzel diyebileceğimiz kalitede ne de çok kötü diyebileceğimiz bir yerde duruyor. Grafik ayarlarını maksimuma alsanız bile çok da fark etmediğini göreceksiniz. Çünkü başta da dediğim gibi düşük prodüksiyon değeri, grafiklerdeki detay seviyesinin azlığından kendisini belli ediyor. Ancak buna rağmen bir liman kenti olan Oakmont'ın atmosferini şahane yansıtmışlar. 1920'lerin Amerika atmosferini başarıyla oyuna aktarmayı başaran yapımcılar, bu atmosferi daha da pekiştirebilmek için oyunu orta çaplı bir açık dünya şeklinde tasarlamışlar. Oyunun açık dünya formülü atmosferi pekiştirirken, yan görevlerle desteklenmesine de kolaylık sağlamış. Ancak belli bir süreden sonra sürekli aynı yerler arasında mekik dokumaya başlıyoruz. Şehir de fazlasıyla ruhsuz hissettirdiği için içerisinde dolaşmanın pek bir anlamı kalmıyor. Bunun yerine çok daha küçük bir kasaba tasarlansaymış ve iç mekan tasarımlarında çeşitliliğe gidilseymiş, bence çok daha kaliteli bir iş ortaya çıkarmış. Oyunda belli başlı 4-5 çeşit tasarlanmış iç mekan bulunuyor. Bu hazır assetleri de oyunun tamamına yedirmişler. Mekanlar o kadar birbirinin aynısı ki bazen farklı bir eve girdiğinizde bile ben bu eve daha önce geldim mi diye kendinizden şüphelenmenize yol açıyor. İç mekanların tasarımları tamamen birbirinin aynısı olduğu için haritanın öbür ucundaki bir mekana girdiğinizde bile neyi nerede bulacağınızı çok kolay tahmin edebiliyorsunuz. Oyunda silahlarımız da var ve bunları fazlasıyla kullanmamız gerekiyor. Vuruş hissiyatının zayıf olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur. Ancak yine de çok az da olsa silahı kullandığınızı hissettiriyor diyebilirim. Haritanın çeşitli yerlerine konulmuş istila bölgelerinde çok sayıda yaratık bulunuyor ve bunların arasına da sizi ihya edecek miktarda mühimmat konulmuş. Ancak bu mekanları temizlemenin size herhangi bir artısı olmadığı gibi oyun buraları temizlediğinize dair bir işaret de koymuyor. Yaratıklarla hiç savaşmadan koşarak mühimmatları yağmalayabilir ve çıkıp gidebilirsiniz.

O kadar eksisini saydım ama bu oyun halen neden kendisini oynatıyor sorusunun cevabına geçelim. Bir kere dedektiflik oyunlarını benim gibi siz de çok seviyorsanız bu oyuna muhakkak bir şans vermelisiniz. Yüzeysel başlayıp ilerledikçe derinleşen hikayeleri seviyorsanız bu oyun yine sizi içinde tutmayı başaracaktır. Ben düşük prodüksiyona çok takılmam oyun çalışsın ve beni belli bir seviyede eğlendirsin diyorsanız The Sinking City bunu yeterince yapıyor. Yapımcılar animasyonlardan, görsel tasarım çeşitliliğinden ve seslerden kıstıklarını oyuna, yan görev içeriği ve hikaye anlatımı olarak aktarmışlar. Bu oyunda bazı rol yapma oyunlarında olmayan derinlikte çok güzel yan görevler var. Ve sayıları az da değil. Müzikleri de başyapıt değil elbette ama atmosferi gayet güzel destekliyor.

Eğer siz de Frogwares'ın Sherlock Holmes oyunlarını beğendiyseniz, Cthulhu mitosuna ilginiz var ise, Call of Cthulhu oyunlarını da seviyorsanız The Sinking City uygun bir fiyatta sizi fazlasıyla tatmin edecektir.
Posted 20 March, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
7 people found this review helpful
11.9 hrs on record
Yağmurlu bir akşamüstü, karakterimiz iş yerinden çıkıp arabasını sürerken karısına telefon açıyor. Uzun süredir üzerinde çalıştığı şeyin başarıyla sonuçlandığını, eve gelince bunu kutlamak gerektiğini söylerken bir anda direksiyonun hakimiyetini kaybediyor ve uçurumdan aşağı uçuyor. Gözünü açtığında kendisini kafasının bandajlarla sarılı halde ve ismini bile hatırlayamadığı bir halde buluyor. Biraz etrafa göz atıp, oradaki diğer karakterlerle konuşunca hiçbirisinin aklının başında olmadığını ve kendisinin bir sanatoryuma kapatıldığını fark ediyor. Ancak çok geçmeden ismimizi öğrenip, geçmişimizin derinliklerine yola çıkmaya başlıyoruz. Kapatıldığımız hastane adeta bir tavşan deliği vazifesi görüyor ve düğümler bir bir çözülmeye başlıyor.

1998 yılında piyasaya sürülen bu efsane point & click macera oyunu, bu tarz oyunların adeta altın döneminin yaşandığı 90'lı yıllarda oyunseverler tarafından ilgiyle karşılanmıştı. Ancak yapımcı firmanın maddi yetersizliklerinden dolayı kapanmasıyla boynu bükük bir şekilde tozlu raflara kaldırılmıştı. Macera oyunları, teknolojinin gelişmesiyle farklı bir yöne evrildi ve insanların tüketim alışkanlıklarının da değişimiyle neredeyse ölü bir kategori haline geldi. Ne mutlu ki Sanitarium'u Steam gibi dijital platformlarda, modern sistemlerde rahatlıkla çalışabilecek şekilde ve başarım desteğiyle oynayabiliyoruz. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de oyuncuların bu harika oyunu unutamamış olması ve hala kulaktan kulağa Sanitarium'un zamana karşı yenilmemesini sağlamaları.

Oyun hakkında fazla bir şey anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü kült bir point & click macera oyunundan ne bekliyorsanız fazlasıyla Sanitarum'da bulacaksınız. Çok fazla kafa yakmayan güzel düşünülmüş bulmacaları, zamanının ötesinde bir kaliteyle yapılmış sinematikleri, hala oynayınca vay be dedirten hikayesi ve de oyuncuya sürekli farklı atmosferleri ve karakterleri oynama imkanı veren birbirinden farklı bölümleri ile zamanın ötesinde bir iş olduğunu görebilirsiniz. Aşağı yukarı 10 saatlik bir oynanış sunan oyunu bir kaç oturuşta bitirebilirsiniz. Eksi yön olarak söyleyebileceğim tek şey animasyonlarının biraz yavaş kalıyor oluşu olacak. Çünkü modern sistemlerde her ne kadar sorunsuz çalışıyor olsa da oyun yaşlılığını animasyonların yavaşlığından belli ediyor. Ona da bir kaç saat oynayınca alışırsınız muhtemelen.

Eğer siz de The Longest Journey, Monkey Island, Black Mirror gibi point & click macera oyunlarını seviyorsanız Sanitarium'u da ıskaladıysanız muhakkak oynamanızı tavsiye ederim. Eğer daha önce hiç bu tarz oyunlardan oynamadıysanız Sanitarium çok zorlamayan bulmacaları ve basit oynanışıyla size yine güzel bir giriş kapısı olacaktır.
Posted 10 March, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
11 people found this review helpful
8.4 hrs on record
Wolfenstein 3D'den sonra uzun bir sessizliğe bürünen Wolfenstein serisinin zamanın ruhuna ayak uydurup, 2001 yılında bomba gibi döndüğü oyun Return to Castle Wolfenstein. Kendisini oynayanlara 2000'ler başı FPS atmosferini ve oynanışını buram buram tekrar yaşatabilen efsane bir oyun. Tekrar yaşatabilen diyorum çünkü, oyun teknik olarak hala zamana yenik düşmüş değil. Halen sapasağlam karşımızda duruyor.

Oyuna B.J. Blazkowicz'in Wolfenstein kalesine sızmasıyla başlıyoruz. Nazi askerleriyle dolu, içerisinde çatlak bir profesörü barındıran ve atmosferiyle bizi sarmalayan bu ikonik giriş bölümü, bizi daha sonraki unutamayacağımız güzel bölümlere hazırlıyor. Yeraltı mezarlıkları, ormandaki gizli askeri üs, kuzeydeki gizli süper asker geliştirilen laboratuvar gibi çeşitli bölümler bizleri bekliyor. Silah çeşitliliğinin fazla olması ve bize sürekli alternatif silahlar sunması oyunun oynanışını keyifli hale getirirken, düşman yapay zekasının uyanık olması da oyunu zaman zaman epey zorlayıcı hale getiriyor.

Maalesef oyunun zamana yenik düşen tek kısmı modern sistemlerde yama yapmadan düzgün çalışmaması. Çok yüksek çözünürlük seçtiğinizde OpenGL hatası vererek açılmayabiliyor. Öldüğünüz zaman son kayıt noktasından tekrar yükleme yapmanız gerektiğinde bazen Load tuşuna 2-3 kere basmanız gerekebiliyor. Bu da yükleme menüsünü baştan açmanız demek. Fakat bunların hepsi RealRTCW moduyla çözülebiliyor. Eğer oynamayı düşünüyorsanız bu modu kurmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Eğer oldschool FPS açlığınız varsa, modern oyunlardan sıkıldıysanız ve backlog'unuzda bekliyorsa Return to Castle Wolfenstein'a mutlaka bir şans vermenizi tavsiye ederim.

Posted 11 January, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
6 people found this review helpful
11.6 hrs on record
2D platform oyunları, metroidvania veya oyunlarda kılıç kalkan oynamayı sevenler toplanın! Üstelik bunların üzerine şahane bir görsel tasarım ve Yunan mitolojisi de ekleyince ortaya Apotheon çıkıyor. Oyunun görsel tasarımı God of War 3 ve Ascension'daki ara sahnelerin görünüşünden bize tanıdık geliyor. Geliştiriciler ekrana bir duvar silüeti koyarak, oyunda olanları bize adeta bir hiyeroglif okuyormuşuz hissiyatını vermeyi başararak aktarmışlar. Kütüphanemde uzun zamandır bekleyen bu güzel oyunu nihayet bitirme fırsatım oldu. İzlenimlerimi aktarayım.

Oyunun hikayesinde, Zeus yeryüzünde yaşayan insanlara yüz çeviriyor ve insanların artık sonunun gelmesi gerektiğini düşünüyor. Tabi Zeus insanlardan yüz çevirince diğer tanrılar da onu mecburen takip ediyor. Zeus'un askerleri tarafından kılıçtan geçirilen insanlar içerisinde en son hayatta kalanlardan birisi olan Nikandreos, yani biz, Olympus'a giderek bu işin aslı astarı nedir öğreniyoruz. Tabi Yunan mitolojisi bu bol entrikalı olacak. Birbirinin arkasından iş çevirenler, bu mevzuda Nikandreos'u destekleyen ve çaktırmadan bize destek veren tanrılar olduğu gibi Zeus'un istekleri bizim için emirdir diyerek bizi öldürmek için üzerimize gelen tanrılar ve askerleri de az sayıda değil. Nikandreos bir bir tanrıları öldürmeye başladıkça gücüne güç katıyor ve gittikçe Olympos'ta kötü şöhreti yayılmaya başlıyor. Aslında hikaye biraz Kratos'un yoluyla paralellik gösteriyor diyebiliriz.

Apotheon'dan 2D Metroidvania soslu, üzerine biraz da souls oyunlarından yakın dövüş elementleri eklenmiş güzel bir melez platform oyunu diye bahsetmek yanlış olmaz sanırım. Oyunda tatmin edecek miktarda silah bulunuyor. Balta, kılıç, gürz, mızrak, hançer ve çeşitleri yakın menzil kategorisinde bulunurken, alevli ok, patlayan ok, bomba ve savaşta bize yardımcı olacak çeşitli eşyalar da bulunuyor. Oyunun haritasında bir pazar yeri bulunuyor ve gideceğimiz görevlerimiz genellikle buranın sağında, solunda kolayca bulunabilecek şekilde konumlandırılmış. Haritada bulunan bazı kilitli bölgeleri lockpick kullanarak açabiliyoruz, çatlak duvarların ardında bizi bekleyen hazineleri, duvarları patlatarak bulabiliyoruz.

Oyunda fena sayıda olmayan boss savaşları var ve yapımcı ekip bu savaşların birbirini tekrar eden savaşlar olmaması için özen göstermiş. Boss'ların zayıf yönlerini ortaya çıkarmak için adeta bulmaca çözer gibi çevresel etkileri kullanabiliyoruz ve bu da tekdüzeliği ortadan kaldırmış. Oyunun zorluk seviyesi de saç baş yolduracak şekilde değil, gayet adil şekilde tasarlanmış. Oyunda gizli sandıkları bulacak üzerimizdeki ekipmanımızı geliştiriyoruz ve bazı güçlü silahlara erişim sağlıyoruz. Bu da bizi güçlü düşmanlara karşı avantajlı duruma düşürüyor.

Müzikler gayet güzel ve akılda kalıcı. Hatta bazı boss savaşlarında gayet kaliteli, epik parçalar var. Karakterlerin tamamı seslendirilmiş ve seslendirme sanatçıları gayet güzel iş çıkarmışlar. Eğer 10-12 saatte bitecek güzel 2D oyun arıyorsanız Apotheon'a bakmanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Posted 6 January, 2024. Last edited 6 January, 2024.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
9 people found this review helpful
9.3 hrs on record
Ülkemizde yeni yeni Türkçe içeriklerinin üretilmeye başlandığı, çok derinlikli bir evrene sahip, aslen masaüstü oyunu olan Warhammer'ın çok sayıda video oyunu da yapılmakta. Siz de benim gibi bu evrene bir yerden başlayıp, öğrenmek istiyorsanız ama nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız bu oyun sizin için güzel bir başlangıç noktası olabilir. Hem çok uzun olmayan oyun süresi hem de oyuncuyu fazla hikayeye boğmamasıyla Warhammer evrenine giriş kapısı görevini görebilecek bir oyun olmuş.

Oyundaki karakterimiz Titus bir Space Marine askeridir. Gezegene akın akın gelmeye başlayan ork istilasıyla savaşmak üzere ekibiyle mücadeleye başlayan Titus ve ekibini ilerleyen kısımlarda farklı sürprizler bekliyor. Space Marine askeri sınıfı kalabalık bir asker grubunun verebileceği hasarı özel bedenleri sayesinde çok daha az sayıda savaş alanında verebiliyor ve savaş alanında çok daha çeşitli kabiliyetler sergileyebiliyorlar. Oyuna gezegene büyük zarar veren ork istilasını durdurabilmek için öncelikle Titan isimli devasa savaş robotunu çalıştırmamız gerektiğini söyleyen görevle başlıyoruz. Ancak her yeri virane hale getiren ork ordusu ilerleyişimizi epey zorlaştırıyor ve bizi daha dolambaçlı yollardan gitmeye zorluyor. Bu ilerleyiş esnasında da engizisyon üyesinin köşeye sıkışmış olduğunu öğreniyoruz. Onu kurtarmaya giderken de hikayenin ilerleyişi güzel sürprizlere hazırlanıyor.

Warhammer Space Marine, teknik olarak bir Gears of War oyunu diyebiliriz kabaca. Ancak Relic Entertainment oyuna kendi güzel fikirlerini Warhammer evrenine oldukça sadık kalacak şekilde yedirmeyi başarmış. Oyunun en beğendiğim kısmı saf bir aksiyon oyunu olmaması. Çünkü bu tarz sıka sıka gittiğimiz oyunlarda bir süre sonra aksiyon büyük bir kesimi baymaya başlar. Oyun kendini amaçsız hissettirir. Ancak bu oyunda karşımıza gelen düşman sayıları abartılı miktarlarda değil ve doğru silahlarla kısa sürede yenilebiliyorlar. Çevreden topladığımız ses kayıtlarıyla hikayeye dair daha detaylı bilgiler öğrenebiliyoruz. Bunun dışında sık sık ara sahnelerle hikaye anlatımı destekleniyor. Amaçsız aksiyon oyunlarını pek sevmeyen birisi olarak bu oyundan hiç sıkılmadığımı söyleyebilirim. Çünkü dediğim gibi oyun sizi sürekli aksiyonla sık boğaz etmiyor ve ilerlemeyi durdurmuyor. Belli başlı kısımlarda da boss savaşları var. Bu boss savaşları da öyle çok teknik veya benzersiz mekaniklere sahip değiller. Zayıf noktalarına ateş ederek alt etmeye çalışıyorsunuz.

Unreal Engine 3 ile yapılmış olan oyun günümüzde hala çok güzel gözüküyor. Eğer çok iyi bir sisteminiz yoksa rahatlıkla oynayabileceğiniz oyunlardan birisi. Tam kontrolcü desteği bulunan oyunu ben de kesinlikle bir oyun kumandasıyla oynamanızı tavsiye ederim.
Posted 4 November, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
8 people found this review helpful
32.9 hrs on record
Immersive Sim türünün atası olarak kabul edilen, tür hakkında açılan sohbetlerde muhakkak adı anılan ancak çok eski olmasından dolayı birçok oyuncunun oynamaya elinin varmadığı bir oyundu System Shock. Oyunun hikayesini, Jupiter yörüngesine kenetlenmiş devasa bir uzay istasyonunun yönetimiyle görevlendirilmiş, ileri teknoloji yapay zeka Shodan'ın nasıl bilinç sahibi olmaya başladığına ve bunu kendi imparatorluğunu kurmak için nasıl kullandığına, olaylar olup bittikten sonra istasyona Shodan'ı devre dışı bırakmak için gelen bir bilgisayar korsanı gözüyle deneyimliyoruz. Bir kickstarter projesi olarak başlayan bu yeniden yapımı 2016 yılından beri heyecanla ve merakla bekliyorduk. Hatta araya giren pandemi ve küresel ekonomik daralma haberleri sebebiyle birçok kişi, oyunun yapımının sıkıntıya girdiğine ve asla çıkmayacağına inanmaya başlamıştı. Oyuna kavuştuk. Hem de Türkçe dil desteğiyle!

9 kattan oluşan uzay istasyonunun en alt katı olan tıbbi bölümden maceramıza başlıyoruz. İlk başta bizden etrafı keşfetmemizi ve temel mekanikleri öğrenmemizi isteyen oyun, katları sırasıyla çıktıkça zorluğunu bize göstermeye başlıyor. From Software'in kriptik üslubunu bir üst mertebeye çıkaran oyunda herhangi bir görev listesi, yön gösterici veya ipucu verici bir öğe yok. Bioshock, Prey gibi oyunlardan aşina olduğumuz ses kayıtlarını ve not defteri okuma sistemi bu oyunda ilerlemenin kalbi konumuna yerleştirilmiş. Oyunda bir sonraki adımınızda ne yapmanız gerektiğini ses kayıtlarını dinleyerek ve notları okuyarak öğreniyorsunuz. Bu da sizi haritayı keşfetmeye ve haritayı ezberlemeye itiyor. İsteğe bağlı keşfedilebilir odalar ve haritanın bazı gizli kısımlarında sizi ödüllendirecek nesneleri de yerleştirmeyi ihmal etmemişler. Yani oyun genelde meraklı oyuncuları ödüllendiriyor. Kimi zamansa zorlu bir bulmacayla kilitlenmiş bir kapının arkasında hoşunuza gidecek güçlü bir silah olabiliyor.

Oyunun oynanışı immersive sim türünün üzerine modernize edilmiş şekilde inşa edilmiş olsa da, Dishonored, Deus Ex, Prey, Thief gibi çok yönlü ilerleyiş tarzı bölümlerde pek tercih edilmemiş. Yani oyunda gizli ilerlemek başlı başına bir opsiyon değil. Veya tamamen aksiyon odaklı ilerlemek de yine kısıtlanmış. Çünkü mühimmat ve sağlık nesneleri fazlasıyla kısıtlı. Dengeli bir oynanış tutturmaya çalışmışlar. Yer yer çatışmaya doyuyorsunuz yer yer de ürpertici, ilerlemeye tereddüt edeceğiniz tekinsiz atmosferiyle oyun sizi baş başa bırakıyor. Karakterimizin augmentation'ları var ve bunları biyo enerji ile aktif ediyoruz. Ancak önceden de belirttiğim gibi bunlar Deus Ex'teki gibi fazla sayıda değil ve genelde oyuncuya zor durumlarda yardım etmesi üzerine kurgulanmışlar. El feneri, düşman tanımlama vizörü, kurşunlara karşı bir süreliğine koruma sağlayan kalkan, radyasyon hasarını azaltan çevre koruma modülü gibi temel eklentiler. Silah çeşitliliği konusunda da oyunun fena olmadığını söyleyebilirim. Tabanca, magnum, pompalı tüfek, enerji silahı, enerji tüfeği ve türevleriyle hiç de fena olmayan bir yelpazeye sahip. Resident Evil 4'ten aşina olduğumuz karelerle organize ettiğimiz bir envanter sistemi kullanıyor. Bu da yanınıza alacağınız silahları, lootlayacağınız eşyaların önceliğini belirlemenize teşvik ederken, oyuna survival-horror türünün getirdiği gerginliği de başarıyla getirmiş.

Zor oyunlardan, yerini-yönünü kendisi bulmaktan, zorlayıcı bulmacalardan hoşlanmayanların araştırmadan System Shock'u almamalarını tavsiye ediyorum. Oyunun zorluk seçenekleri çok güzel tasarlanmış. Savaş zorluğunu, bulmaca zorluğunu, bölümlerin genel zorluğunu ayrı ayrı oyuna başlamadan önce seçebiliyorsunuz. Ancak bu yine de bahsettiğim kriptik yapının önüne geçen bir şey değil. Eğer sıkıştığınızda tam çözümlere bakmaktan hoşlanmayan veya üşenen oyunculardansanız biraz mesafeli durmanızı tavsiye ederim. Onun dışında old school yapıyı seven, bilim kurgu atmosferi ve hikayesini seven, günümüzde artık pek yeni oyununu göremediğimiz immersive sim türüne sevdalıysanız muhakkak bir şans vermenizi öneririm.

İpucu:
- Oyunun her katında bulunan "Cpu Odalarında" patlattığımız yeşil işlemcilerden sonra ekranda bir rakam beliriyor. Birinci kattan altıncı kata sırasıyla bu rakamları not edin. Daha sonra bu 6 haneli rakamı reaktörü devre dışı bırakmak için kullanacaksınız. Eğer bunu yapmazsanız oyunun sonlarına doğru bütün haritayı tekrar dolaşmanız gerekir.

- Oyunun bir yerinde bulacağınız patlayıcı malzemeleri envanterinize alın ve kargo asansörüne daha sonra almak için yedekleyin. Oyunun sonlarına doğru kullanmanız gerektiğinde size epey vakit kazandıracak.

- Eğer oyuna başladıktan sonra uzun süreli aralıklar verecekseniz böyle oynamamanızı tavsiye ederim. Çünkü herhangi bir görev listesi vesaire olmadığı için hem haritayı hem de ne yapmanız gerektiğini unutacaksınız. Bu da bir süre boş boş gezmenize sebep olacak.
Posted 11 June, 2023. Last edited 11 June, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
6 people found this review helpful
6.3 hrs on record
Burada inceleme yazarken olumsuz inceleme yazmamaya gayret ediyorum. Genelde de oyunları hep beğenmeye meyilli oynayan birisiyim. Yani başlayıp da yarım bıraktığım oyun sayısı çok azdır. Özellikle de Immersive Sim türünü çok seviyorum ve Deus Ex markasının oyunlarını tekrar tekrar belirli aralıklarla bitiriyorum. Yıllarca Invisible War'dan olumsuz yorumlar nedeniyle uzak durmuştum. Artık neden beğenilmediğini ben de biliyorum.

Öncelikle oyun Thief: Deadly Shadows ile aynı altyapıyı paylaşıyor teknik olarak. Grafik motoru aynı. Yükleme ekranlarının girdiği kısımlar bile aynı. Fakat Deadly Shadows akılda kalıcı, güzel bir senaryo tecrübesi sunarken, Invisible War oyuncuyu teknik sorunlarla boğuşmak zorunda bırakan bir yapım olmuş. Zamanında Xbox konsoluna çıkması için de değiştirilmiş olan arayüz, ilk oyuna göre bariz şekilde kullanışsız kalmış. Envanteri yönetmek keyifli değil çünkü bir karışıklık söz konusu. Oyuna başladığınızda hikayeden biraz bahsediyor ama daha sonra tamamen mevzunun içine dahil oluyorsunuz bir anda. Karakter isimleri, topluluk isimleri falan sürekli söylenmeye başlıyor. Doğal olarak ilk oyuna ve diğer iki oyuna göre hikayeye girişte de bir karmaşa söz konusu. Neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu anlamanız için ciddi şekilde takip etmeniz gerekiyor. Takip etmek sorun değil ama derinliği yakalayamamışlar. Bir immersive sim oyununda en önemli elementlerden olan gizlilik, bu oyunda ilkinde ve diğerlerinde çalıştığı gibi çalışmıyor. Oyunda yavaş yürüme tuşu yok. Toggle hızlı yürüme açık şekilde geziyorsunuz. Görünmezlik augmentation'ınızı açtığınızda bile ayak sesleri duyulduğu için yapay zeka peşinize düşüyor. Aksiyondan kaçmaya çalıştığınızda oyunun problemli yapısından dolayı kendinizi bir şekilde aksiyonun içerisinde buluyorsunuz. Bu da bir çok bölümde keyif kaçıran elementlerden birisi oluyor. Bir diğer can sıkıcı mesele de bölüm tasarımlarındaki eksiklikler. Aynı stüdyonun yaptığı Thief: Deadly Shadows ne kadar güzel bölüm tasarımlarına sahipse, Invisible War da bir o kadar kafa karıştırıcı ve tuhaf bölüm tasarımlarına sahip bence. Bir mekana girdiğinizde sizinle dost durumunda olan npc'ler, görevin ilerlemesiyle bir anda size düşman oluyor. Fakat mekandan ikinci bir çıkış yolu yok. Oyun size o npc'lerin artık size düşman olduğunu söylemiyor. Bir anda kendinizi mermi cehenneminin içinde, ne olduğunu anlamamış bir halde bulabiliyorsunuz. Kısacası oyunun hikayesi güzel olsa da teknik problemler oyundan keyif almanıza engel oluyor.

Oyunu Thief Deadly Shadows'un aksine mod kurmadan da düzgün şekilde çalıştırabiliyorsunuz. Ancak geniş ekran desteği ve oyundaki bir kısım bug'ların düzeltilmesi için topluluk yapımı modu kurmanız gerekiyor.

Uzun lafın kısası hala zamanının ötesinde bir oyun olan ilk Deus Ex ve diğer şahane devam oyunları Human Revolution ve Mankind Divided parlamaya devam ederken, Invisible War şahane bir potansiyeli değerlendirememiş. Meraklıları yine de bakabilir. Beklentinizi yüksek tutmamakta fayda var.
Posted 1 March, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
11 people found this review helpful
25.1 hrs on record
Bana göre halen yapılmış en özgün oyunlardan birisi olan Thief serisinin 3. oyunu olan Deadly Shadows'dan uzun bir süre uzak durmuştum. Sebebi ise ilk iki oyunun muazzam başarısının, oyuncular tarafından üçüncü oyunda devam ettirilemediğine yönelik şikayetleriydi. Daha fazla ertelememeye karar vererek kendim deneyimlemeye karar verdim.

Öncelikle oyunu yapan stüdyo Looking Glass Studios değil. Ekibin dağılmasının ardından Immersive Sim'in üstadı Warren Spector ve stüdyodaki Thief yapımında çalışan ekibin bir kısmı Ion Storm'a geçiyorlar. Aynı oyunun devamını yapmaktansa, Thief'i hem görsel olarak hem de eklenen birkaç yeni özellikle daha modern oyunlara yakınlaştıran bir çehreye büründürmüşler. Peki bu iyi birşey mi olmuş?

Oyunda yine Usta Hırsız Gerrat'ı yönetiyoruz. Diğer oyunlarında olduğu gibi, ilk başta basit bir mücevher hırsızlığıyla başlayan oyunumuz, sonrasında bizi içinden çıkmak için çırpınacağımız bir belanın içine çekiyor. Gerrat'ın da içerisinde yetiştirildiği Keeper isimli topluluk, Gerrat ile iletişime geçiyor. (Kendisi daha sonra ayrılıyor Keeper'lardan.) Caduca isimli bir kahin, Karanlık Çağ'ın geleceğine dair bir kehanetten bahsediyor ve bunun durdurulabilmesi için de bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğinden bahsediyor. Bunun üzerine City'deki Hammer tarikatına ve yeraltındaki Pagan'lara da çeşitli ziyaretler gerçekleştireceğimiz serüvenimiz başlamış oluyor. Hikayenin sürprizlerini bozacak daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum fakat, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Thief Deadly Shadows hikaye temposu ve derinlik açısından diğer oyunlardan çok da geride kalmıyor bana göre. İlk iki oyundan farklı olarak, artık City'nin sokaklarında gezebiliyoruz. Görevlere eski usül direk girmektense, bize bir adres veriliyor ve bizde şehrin o noktasına yayan bir şekilde ulaşıp, mekanlara giriş yapıyoruz. Yaptığımız bu kısa yolculuklar sırasında "Karaborsa" diyebileceğimiz satıcılardan envanteriniz için eşyalar alabiliyor, bazı npc'lerden ufak tefek yan görevler alıp onları yapabiliyorsunuz. Şehri sandbox bir oynanış mekaniğine çevirmelerini, bazı zorlayıcı mücadeleler için de kullanmışlar. Örneğin, oyunun sonlarına doğru peşimize düşen suikastçılar, şehrin sokaklarında bizi ararlarken ve Gerrat halk düşmanı olarak lanse edildiğinden dolayı, şehir muhafızları tarafından da aranırken, sıradaki görev yerine gitmek bir mücadele haline getirilmiş. Elbette bunları kenarlardan, köşelerden koşarak kaçtığınızda egale edebiliyorsunuz. Önceki oyunlardan envanterimizde bulunan su, ateş, gaz, yosun, ses oklarına yine sahibiz. Fakat oyuncuların en sevdiği silahlardan olan ip okunu oyundan çıkarmışlar. Bunun yerine duvarlara tırmanmamızı sağlayan bir eldiven eklemişler. Yine de ip okunun yerini tutmadığını söylemeliyim.

Bölüm tasarımları açısından ise ilk iki oyundaki fantastik, insanın kafasını bulandıran tasarımlardan bir nebze ödün verilmiş. Yine terk edilmiş, metruk yerlere giriyoruz. Yeraltındaki kadim uygarlıktan kalma mekanlara da giriyoruz. Bölümler atmosfer açısından oldukça başarılı. Özellikle oyundaki favori bölümlerimi incelemenin sonuna ekleyeceğim. Oyunda 9 ana görev bulunuyor. Her birini hikayede bir güne denk getirmişler. 9. günde oyunu bitiriyoruz. İlk iki Thief oyunundan çok sevdiğim, bence hala eşsiz görsel tasarıma sahip meşhur ara sahneler bu oyunda da her görev öncesi bizi karşılıyor. Stephen Russel'ın muazzam seslendirmeleriyle Garret bize yine görevler esnasında gülümseten replikler söylüyor. Ek olarak bu oyunda Garret "mission briefing"i de seslendiriyor.

Oyunun modern sistemlerde çalışması sıkıntılı. Bazı animasyonlar glitch haline geliyor ve ilerlemenizi imkansız hale getiriyor. Geniş ekran desteğinin olmaması da cabası. Bunları Sneaky Upgrade denilen fan yapımı yama ile kolayca çözebiliyorsunuz.

Eğer siz de benim gibi stealth, immersive sim oyunların büyük hayranıysanız, Thief bu kategorideki en kendine özgü oyunlardan birisidir. Eski olduğuna aldanmayın. Grafikleri hala çok güzel gözüküyor. Üstelik yetimhane bölümü hala tasarlanmış en iyi bölümlerden birisi kesinlikle.

Favori bölümlerim:
1. House of the Widow Moira
2. Killing Time
3. Robbing the Cradle (En iyi bölüm kesinlikle)
4. Auldale
Posted 20 February, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
< 1  2  3 ... 8 >
Showing 1-10 of 73 entries